Bu Blogda Ara

27 Haziran 2010 Pazar

MESNEVİ 6.CİLT

biraz sevindi, yüreklendi.
Suyla alınan aptestin yüzlerce aydınlıgı, nuru, feri vardır ama su olmazsa teyemmüm edilir.
Sofi, baglı esiri alıp gaza etmek üzere çadırın arkasına götürdü.
Oraya tutsakla gitti ama biraz gecikti. Neden o yoksul bu kadar gecikti diye meraka düstüler.
iki eli baglı tutsak. Onu öldürüvermeliydi. Öldürmede neden bu kadar gecikti, sebebi ne? dediler.
3750 Birisi, isi anlamak üzere ardından gitti. Bir de ne görsün? Kâfir, sofinin üstüne çıkmamıs mı?
Erkek, disinin üstüne biner gibi o tutsak da yoksulun üstüne aslan gibi binmis.
Elleri baglı oldugu halde hiddetle sofinin boynunu ısırmada.
Disleriyle bogazını dislemede. Sofi, kâfirin altına düsmüs, aklı basından gitmis.
Eli baglı kâfir, bir kedi gibi, elinde mızrak olmadıgı halde onu berbadetmis,
3755. Disleriyle onu yarı öldürmüs. Boynundan akan kanla sakalı kıpkırmızı kesilmis.
Sen de eli baglı olan nefsinin elinde tıpkı o sofi gibi alta düsmüs, kendinden geçmissin.
Yoldaki bir tepecikten âciz kalmıssın. Halbuki önünde yüz binlerce dag var.
Bu kadarcık bir tepeden korkup ölüye döndün, önünde asılacak dag gibi beller var, nasıl gideceksin?
Gaziler, hiddete gelip derhal acımadan o kâfiri kılıçlayıp öldürdüler.
3760. Kendine gelsin diye de sofinin yüzüne sular saçtılar, gül sulan serptiler.
Sofi, kendine gelip onları görünce ne oldu yahu? diye sordular.
Ey aziz, Tanrı hakkı için bu ne hal? Neden böyle bu derece kendinden geçtin?
Yarı ölmüs, elleri baglı bir tutsaktan neden böyle korktun, aklın basından gitti, bu hale düstün?
Sofi dedi ki: Basını kesecegim sırada o açgözlü, bana öyle bir hısımla baktı ki..
3765. Gözünü açtı, dolandırdı da öyle bir bakıs baktı bana ki aklım basımdan gitti.
Gözünü dolandırması, bana âdeta bir ordu göründü. O nasıl korkuydu? Anlatamam!
Hikâyeyi kısa keselim, iste o bakıstan korktum. Kendimden geçip yere yıkıldım.
"Eli baglı bir kâfirin göz süzmesinden kendinden geçiyorsun, elinden hançer düsüyor. Sende bu yürek, bu öt varken sakın
sakın, savasa gelip de rüsvay olma, sen tekkenin mutfagını gözle" diye gazilerin ögüt vermeleri
Gaziler dediler ki: Sende bu yürek varken sakın savasa girismeye yeltenme.
Eli baglı bir kâfirin göz süzmesiyle gemin kırıldı, gark oldun.
3770. Erkek aslanlar, saldırdılar mı kılıçlariyle baslar top gibi yerlere yuvarlanır.
Erlerin savasına âsinâ degilsin, böyle bir zamanda kan denizinde nasıl yüzebilirsin sen?
Boyunlara inen kılıçların tak tak diye çıkardıgı ses, (bir mahalle öteden duyulan) çamasır dövenlerin tak takını hiçe sayar.
Nice bassız bedenler, yerlerde çırpınır.. Nice bedensiz baslar, kan denizinde habbelere döner.
8nsanları yok eden yüzlerce er, savasta atların ayakları altında yok olur gider.
3775. Sen, bir fareden ürküp uçan bu akılla o savas safına karısıp nasıl kılıç çekeceksin?
Savas bu, bulgur ası degil ki yenlerini sıvayıp girisesin.
Bulgur asını kasıklamaya benzemez, gel de burada kılıcı gör. Bu safta demirden yaratılmıs bir Hamza lâzım.
Savas, öyle hayal gibi bir hayalden ürküp kaçan her yüreksizin isi degil.
Savas, Türklerin isidir, nazenin kadınların degil. Nazlı nazenin kadınların yeri evdir, eve git sen de!
Tanrı rahmet etsin, Ayyazi'nin, sehit olma ümidiyle yetmis kere gögsü açık savasa girmesi, nihayet küçük savasta sehit
olmadan ümidini kesip büyük savasa yüz tutması ve halvete girmesi. Bu sırada gazilerin davulunu duyup nefsinin, zincirini
sürüyerek savasa gitmeyi istemesi ve onun bu istek yüzünden nefsini töhmet altına alması
3780. Ayyazi dedi ki: Tam doksan kere belki yaralanırım diye,
Çırılçıplak savasa girdim, okların önüne gittim, belki birisi gelir saplanır dedim.
Fakat bogaza, yahut can alacak bir yere ok isabeti, devlet sahibi bir sehitten baskasına nasip olmuyor.
Vücudumda yaralanmadık bir tek yer yok. Bedenim, oktan kalbur gibi delik desik oldu.
Fakat bu ne yigitlik, ne de zekâ isi. Baht isi bu, Bir türlü can alacak bir yerime ok isabet etmedi.
3785. Sehitligin kısmet olmadıgını anlayınca halvete gittim, çileye girdim.
Kendimi büyük savasa attım, riyazata, zayıflamaya koyuldum.
Halvetteyken kulagıma gazilerin savasa giderken çaldıkları davul sesleri geldi.
Sabah çagıydı, can kulagımla duydum, nefsim, içimden seslendi.
Kalk, savas zamanı geldi, yürü. Kendini savasa at.
3790 Dedim ki: Ey vefasız habis nefis, savasa meyletme nerde, sen nerdesin?
Ey nefis, dogru söyle, bu hilebazlık, nedir? Yoksa sehvete düskün nefis, ibadete yanasmaz bile.
Dogru söylemezsen üstüne saldırır, seni riyazatla adamakıllı sıkar, sıkıstırırım.
O anda nefsim, içimden seslendi, dilsiz, agızsız, fasih bir surette söz söylemekteydi:
Beni her gün burada öldürüp duruyorsun. Canıma, kâfirlere yapılan eziyetleri yapıyorsun.
3795. Kimsenin halimden haberi yok.. Sen, beni uykusuz, yemeksiz öldürüp durmadasın.
Bari savasta bir yarayla su bedenden kurtulurum da halk da erligimi, fedakârlıgımı görür.
Dedim ki: A nefiscegiz, hem münafık olarak yasamadasın, hem münafıkça ölmedesin, nesin sen?
8ki âlemde de mürai imissin, iki âlemde de hiçbir seye yaramazmıssın meger.
Bu beden sag oldukça halvetten çıkmamayı nezrettim.
3800. Çünkü bu beden, halvette ne yaparsa kadına, erkege görünmek için yapmaz.
Halvetteki hareketi de ancak Tanrı içindir, huzuru ve sükûnu da. Orada niyetinde baska bir sey bulunamaz.
Bu büyük savastır, o küçük savas. Her ikisi de Haydar'la Rüstem'in harcıdır.
Öyle bir farenin kıpırdamasiyle uçup gidecek akıl sahibinin harcı degil!
O çesit adama kanlar gibi savastan, kılıçtan uzak durmak gerek.
3805. O da sofi, bu da. Yazık o sofiye! O, bir igneyle ölmede, bu kılıçlara karsı durmada.
Sureti sofidir ama canı yok. Bu çesit sofiler öbür sofilerin de adını kötüye çıkarır.
Toprakla karılmıs olan su bedenin kapısına, duvarına Tanrı, gayretiyle yüzlerce sofi resmi yaptı.
Büyüden o suretler oynasınlar da Musa'nın asâsı gizlensin dedi.
Sopanın dogrulugu, suretleri yer, siler süpürür. Fakat Firavun'a mensup olan göz, tozla toprakla doludur.
3810. Öbür sofi, harb safına, yaralanmak için yirmi kere girer.
Savas zamanı müslümanlarla beraber kâfire saldırır, bir kere bile geri dönmez.
Yaralanır, yarasını baglar, tekrar saldırır, savasır.
Beden, bir yarayla ölmez diye savasta yirmi kere yaralanır.
Bir yarayla can vermeye açıklanır; dogrulugu elinden canının kolayca kurtulacagından üzülür!
Bir savas eri, her gün gümüs parayla dolu torbasından bir kurus çıkarır, hendege atardı. Nefsinden bir vesvese, bir hırs ve
istek koptu. Mademki bu paraları hendege atıyorsun, bari birden at da su eziyetten kurtulayım. Tamamiyle ümit kesis de iki
rahatlıktan biridir dedi. O er, nefsine, sana bu rahatlıgı da vermeyecegim dedi.
3815. Birisinin elinde kırk kurusu vardı. Her gece birini denize atardı.
Bu suretle de nefsine iyice eziyet etmek, yavaslıkla onun can çekismesini uzatmak isterdi.
Müslümanlarla savasa gider, onlar düsmandan yüz döndürseler bile o geri dönmezdi.
Bir kere daha yaralanır, onu da baglardı. Belki yirmi kere bedeninde mızrak ve ok kırılırdı.
Bu suretle savasa savasa nihayet kuvveti bitti, yere düstü. Askının dogruluguyla dogruluk makamına ulastı.
3820. Dogruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur'an'dan "Erler vardır ki Tanrıyla ettikleri ahdi
bozmadılar, ahıtlarına dogrulukla sarıldılar" âyetini okuyun!
Mademki bu beden, ruha bir alettir, su halde bu hakiki ölüm degildir.
Nice ham kisiler vardır ki görünüste kanlarını döktüler. Fakat nefisleri diri olarak o tarafa kaçtı.
Aleti kırıldı ama yol kesen diri kaldı. Bindigi at kanlar saçtı ama nefis diri.
At öldü, yolu asılmadı. Ancak ham, kötü, perisan bir halde kala kaldı.
3825. Her kan döken sehit olsaydı öldürülen kâfir de kutlu bir sehit sayılırdı.
Nice sehit olmus güvenilir kisiler de vardır ki dünyada ölürler, sehit olmuslardır, fakat diri gibi yürür gezerler.
Yol kesen ruh olmustur, onun kılıcı olan beden bakidir ve o savas arayan erin elindedir.
Kılıcı, o kılıçtır, fakat, o adam degil. Fakat bu görünüs, seni sasırtır.
Nefis, degisti mi bu beden kılıcı, ihsan ve lütuflar sahibi Tanrı'nın elindedir.
3830. O öyle bir erdir ki gıdasız, tamamiyle dert. öbür erlik ise toz gibi ortası delik bir seydir!
Bîr adamın, Mısır halifesine kâgıda yapılmıs bir cariye resmîni göstermesi, halifenin o resme âsık olarak Musul emîrinin cariyesi
olan o kızı alıp getirmek üzere bir beyi Musul'a göndermesi, savasta bu yüzden birçok adamın ölmesi, birçok yerin yıkılıp
gitmesi
Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padisahının: huri gibi bir cariyesi oldugunu söyleyip dedi ki:
Onun bir cariyesi var ki âlemde onun gibi güzel yok.
Güzelliginin haddi yok, söze sıgmaz, anlatılmaz ki. iste resmi, su kâgıtta, bir bak!
O ulu halife, kâgıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düstü.
3835. Derhal Musul'a büyük bir orduyla bir er gönderdi.
Eger o ay parçasını sana teslim etmezse orasını tamamiyle yak yık.
Verirse bir sey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.
Er, binlerce Rüstem'le, davul ve bayraklarla yola düstü, Musul'a yollandı.
Sayısız asker, sehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üsüsen çekirgeler gibi oraya üsüstüler.
3840. Savas için her yana Kafdagı gibi mancınıklar kurdurdu.
Oklar yagmur gibi yagmada, mancınıklarla atılan taslar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar simsek gibi çakmaya baslamıstı.
Savas, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Tastan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu.
Musul padisahı, bu korkunç savası görünce içeriden bir elçi göndererek,
Müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? Bu siddetli savasta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir?
3845. Maksadın, Musul sehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu is.
Ben sehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın.
Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu sehirden almak, zaten kolay bir sey dedi.
Müslümanların kanları daha fazla dökülmesin diye Musul padisahının, o cariyeyi halifeye bagıslaması
Elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi.
Bu kâgıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.
3850. Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padisah dedi ki: Bu suret eksik olsun, tez götür.
Ben, iman ahdında puta tapanlardan degilim. Putun, puta tapanda olması daha dogru.
Elçi, kızı getirince o yigit er, derhal âsık oldu.
Ask bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Ask, Yusuf'un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder.
Gönüllerin dönüsünü asktan bil. Ask olmasaydı dünya, donar kalırdı.
3855. Ask olmasaydı nerden cansız bir sey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetisen nebatlar, nerden kendilerini
canlılara feda ederlerdi?
Ruh, nasıl olur da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?
Her biri, yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nerden çekirge gibi uçar, gıda arardı ki?
O yücelige âsık olanlar, zerre zerre, fidan gibi yücelige kosmadalar.
Onların bu kosmaları, "Tanrı'yı tesbih" tir. Can için bedeni temizlemededirler.
3860. O yigit er de kuyuyu yol sanmıs, çorak yerden hoslanmıs, oraya tohum ekmeye kalkısmıstı.
O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla bulusur, düsü azar.
Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamıs.
Vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o isveli hayalin isvesine kapıldım.
O yigit er de beden yigidiydi, asıl erligi yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.
3865. Ask binegi, yüzlerce gemi atmıs, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı.
Ask ve sevdada Halifeden pervam bile yok. Varlıgımla ölümüm birdir bence diyordu.
Fakat böyle atesli atesli ekmeye kalkısma. Bir is eriyle danıs.
Fakat mesveret nerde, akıl nerde? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.
Bir güzele âsık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.
3870. Kara sel, cana Kasdetmeye geldi mi bir tilki, aslanı kuyuya düsürür.
Dag gibi aslanlar, kuyuda olmıyan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.
Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, atesle pamuga benzer.
Tanrı suyu ile yunmus bir ates gerek ki bulûga erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin.
Selvi boylu lâtif Zeliha'dan aslanlar gibi kendisini çeksin.
3875. O yigit er de Musul'dan döndü, yola düstü. Yolda bir ormana, bir yesillige geldi.
Ask atesi, öyle bir parlamıstı ki yerle gögü fark etmiyordu.
Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
Sehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dedigin ne oluyor ki a turpoglu turp:
Yüzlerce halife, o anda o erin atesli gözüne bir sinekten asagı görünür.
3880. O kadına tapan er salvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu.
Aleti, dosdogru gidecegi yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu.
Er sıçradı, götü bası açık bir halde ates gibi Zülfikar elinde dısarı çıktı.
Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmıs koyvermis.
Atlar, ürküp köpürmüsler, her çadır ve ahır yeri yıkılmıs, herkes birbirine girmis.
3885. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamıs, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arsın sıçramıstı.
Er, pek yigitti, aldırıs bile etmeden sarhos bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.
Kılıçla bir vurdu, basını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulundugu çadıra kostu.
O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
öyle bir aslanla savastı da erligi, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
3890. O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erligine sasıp kaldı.
istekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birlestiler..
Bu iki canın birbirleriyle birlesmesi yüzünden gayıptan bir baska can gelir erisir.
Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir sey yoksa bu can, dogus yoliyle gelir, yüz gösterir.
Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birlesseler, bir üçüncü can, mutlaka dogar.
3895. Fakat o suretler, gayp âleminde dogarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün.
O sonuçlar, senin birlesmelerinden dogdu. Kendine gel de her ese hemen sevinme.
Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulasacagından emin ol.
Onlar, amelden ve sebeplerden dogmuslardır. Her birinin sözü vardır, mekânı vardır.
O güzelim perdelerden sesleri erisir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel!
3900. Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkegin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at.
O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düstü iste.
Baskomutanın, yaptıgı cinayetten pisman olarak
o halayıkcagıza, bu isi Halifeye söylememesi için
ant vermesi
Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pisman oldu.
Ey günes yüzlü, bu ise dair Halifeye bir sey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
Halife cariyeyi görünce sarhos oldu, onun tası da damdan düstü.
3905. Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, isitmeye benzer mi?
Övme, akıl kulagı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulagın degil.
Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
O er, adamın kulagını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her seye yakîni vardır.
O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kisi, sözlerin çogu da nispetten ibarettir.
3910. Yarasa günesten gizlenir, perde ardına girerse günesin hayalinden gizlenmis degildir.
Korku, ona bir hayal verir. 8ste o hayal, onu karanlıga çeker.
Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur.
Sen, düsmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmıssındır.
Ey Musa sana kesfedilen tecelli nurları, daga vurdu. Fakat o hayaller kuran dag, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi.
3915. Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulasacagını umma.
Savas hayalinden kimse korkmaz. Savastan önce yigitlik yoktur; bunu bil, kâfi.
Pust da, savas hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yigitlikler geçirir.
Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kisi saldırabilir.
Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi pust kim oluyor? Rüstem bile âciz kalır.
3920. Çalıs da o duydugun seyi gör. Bâtıl olan hak olsun.
Ondan sonra kulagın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumagı gibi olan kulakların, göz kesilir.
Hattâ bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.
Kulak, bir hayal meydana getirir, o hayal de O güzelligin vuslatına miyancıdır.
Çalıs, bu hayal çogalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun'a kılavuzluk etsin.
3925. O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül egledi iste.
Tut ki bütün doguyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir
simsek farzet, çaktı, söndü.
Ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil!
Cellat gibi bogazına yapısan debdebeyi, san ve söhreti ne yapacaksın ki?
Bil ki bu âlemde de bir emniyet bucagı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz degildir.
Ahîreti inkâr edenlerin delilleri ve biz bu âlemden baska âlem görmüyoruz sözünden ibaret olan o delillerin zayıflıgı
3930. Ahireti inkâr edenin delili, her an ancak sudur: Eger baska bir âlem olsaydı onu görürdük.
Bir çocuk, aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait seyleri nakletmez mi ki?
Akıllı bir adam da ask ahvalini görmezse askın kutlu ayı eksilmez ya!
Yusuf'un güzelligini kardeslerinin gözleri görmedi. Fakat Yakub'un gözünden gizli kalmadı ki.
Musa'nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü.
3935. Bas göziyle can gözü savastaydı, can gözü, üstün geldi, delil gösterdi
Musa'nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karsı o elden bit nurdur parladı.
Bu söz, kemal bakımından sonsuzdur. Hakikatten haberi olmıyan mahrumlara hayal görünür.
Çünkü onca hakikat, ferçten ve bogazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.
Bizce fere, ve bogaz hayaldir. Bunun için de can, her an cemalini bize gösterir.
3940. Kim ferç ve bogazına düsmüs, bu düskünlügünü kendisine âdet ve huy edinmisse ona denecek söz, ancak "Sizin dininiz
sizin, benimki benim" sözünden ibarettir.
Böyle bir inkâra karsı sözü kısa kes. Ey Ahmet, eski kâfirle az konus!
Halifenin, bulusmak üzere o güzelin yanına gelmesi
Halife bulusmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti.
Onu andı, aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle bulusmaya niyetlendi.
Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bagladı.
3945. Farenin catırdısı kulagına degdi. Aleti indi, uyudu, sehveti tamamiyle kaçtı.
Bu ıslık, yılan ıslıgı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.
Cariyecigin, Halifenin sehvetinin zayıflıgını görüp o beyin kuvvetini hatırına getirerek gülmeye baslaması ve Halifenin
bu gülüsten bir sey anlaması
Cariye, Halifenin gevsekligini görünce kahkahalarla gülmtge basladı.
O erin, aslanı öldürüp geldigi halde hâlâ aletinin inmedigini hatırladı.
Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalısıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.
3950. Esrara alısık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmisti, ziyanına da.
Ne düsündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdigi seyler de gülmesini artırıyordu. Sanki bir selin bendi, birden
yıkılmıstı.
Aglayıs, gülüs gönlün gamı, nesesi.. BU ki her birinin ayn bir madeni vardır.
Her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan Tanrı'nın elindedir.
Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı, huysuzlandı.
3955. Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle.
Bu gülüsten gönlüme bir süphe düstü. Hileye kalkısma, dogru söyle.
Yalanla beni kandırmaya kalkısırsan, yahut bos bir bahane icat edersen,
Ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. Dogruyu söylemek gerek vesselam.'
Bil ki padisahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.
3960. Gönülde gezip dolasma zamanı bir ısık vardır ki hiddet ve hırs vaktinde ligen altında gizlenir.
O anlayıs, simdi benim dostumdur. Söylenecek sözü söylemezsen,
Bu kılıçla boynunu vururum. Bahanen hiç fayda vermez.
Dogru söylersen seni azad ederim. Tanrı hakkı için neseni kırmam.
Yedi mushafı birbiri üstüne koyup sözünü tutacagına yemin etti.
Cariyecegizin kılıç korkusiyle o sırrı Halifeye açması,
Halifenin dogru söyle, bu gülüsün sırrını bildir, yoksa seni öldürürüm demesi
3965. Cariye âciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zâl'e bedel olan Rüstem'in erligini söyledi.
Yoldaki gerdegi, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti.
Erin kılıcını çekip gidisini, aslanı öldürdükten sonra gelisini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta oldugunu söyledi.
Ondan sonra namuslu Halifenin gevsekligini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndügünü görünce dayanamayıp güldügünü
bildirdi.
Tanrı sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.
3970. Su, bulut, ates ve bu günes, sırlan topragın altından çıkarır.
Yaprakların dökülmesinden sonra gelen bahar, kıyametin varlıgına bir delildir. : Bahar, o sırları meydana kor, su yeryüzü
ne yediyse rüsvay olur;
Yedikleri, agzından, dudaklarından biter, çıkar. içindeki neyse meydana gelir.
Her agacın kökündeki sır ve o agacın yemisi tamamiyle üstünde görünür.
3975. Gönlünü inciten her gam, içtigin sarabın tesiriyledir.
Fakat nerden bileceksin o mahmurluk, o bas agrısı, hangi saraptan meydana geldi?
Bu bas agrısının, o tanenin meyvasından oldugunu aklı, fikri olan anlar.
Dalla meyva, tohuma benzemez. Meni, hiç insanın bedenine benzer mi?
Heyula, esere benzemezken tohum, hiç agaca benzer mi?
3980. Meni, ekmekten meydana gelir, fakat ekmek gibi midir? insan, meniden olur, fakat hiç meni gibi midir?
Cin, atesten yaratılmıstır, fakat nerden atese benzer? Bulut buhardandır, fakat buhar gibi degildir ki.
8sa, Cebrail'in üfürmesinden vücut buldu. Fakat suret bakımından onun gibi midir, yahut ona benzer mi?
Âdem, topraktan yaratılmıstır, topraga benzemez. Hiçbir üzüm, üzüm çotugu gibi degildir.
Hırsız, daragacının ayagı gibi midir? 8badet, ebedî cennete benzer mi?
3985. Hiçbir asıl esere benzemez. Su halde zahmetin ve bas agrısını aslını bilemezsin.
Fakat bu mücazat, mükâfat, bir aslı olmadan vücuda gelmez. Tanrı, hiçbir suçsuz kulunu incitmez.
Asıl neyse, o seyi çeken odur. Ona benzemez ama ondandır.
Su halde bil ki çektigin zahmet, yaptıgın suçun sonucudur. Sana inen bu tokat bir sehvetten ötürüdür.
8bret almaz, o suçu bilmezsen bile hiç olmazsa derhal aglayıp sızlamaya koyul, yarlıganma dile.
3990. Secde et, yüzlerce defa Yarabbi de, bu gam, yaptıgım suçun karsılıgıdır ancak!
Ey rabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir dert, bir gam verirsin?
Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur.
Sebebi örttügün gibi o suçu da ört.
Çünkü ceza, benim suçumu ortaya koymaktır. Ceza sebebiyle hırsızlıgım meydana çıkar.
Padisahın, isi anlayınca o hıyaneti örtüp affetmeyi ve kendisinin, Musul padisahına zulmettigi için "Kim kötülük ederse kendine
eder" ve "Süphe yok, rabbin gözetleme yerindedir, seni görür" âyetleri mucibince bu kötülüge ugradıgını anlayıp intikam
almaya kalkısırsa, bu zulüm ve tamahın cezasını çektigi gibi o intikamın cezasına da ugrayacagını kestirerek cariyeyi o beye
vermeyi kurması
3995. Padisah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettigi ısrarı anıp tövbe etti, Tanrı'dan yarlıganmak
diledi.
Dedi ki: Baskalarına yaptıgım seyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı.
Mevkiime güvenip baskalarının esine kasdettim. Bu kasıt, bana döndü, kuyuya düstüm.
Baskasının kapısını dövdüm, o da tuttu, benim kapımı dövdü.
Kim, baskalarının karısına kötülük ederse bil ki kendi karısına pezevenklik eder.
4000. Çünkü bir kötülügün cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüge ugramaktır. Suçun cezası, o suçun misli olur.
Sen, baskasının karısını, bir sebeple kendine çektin mi aynen sen de onun gibi, hattâ ondan da üstün bir deyyussun.
Ben, Musul padisahının cariyesini zorla aldım, benden de onu derhal aldılar.
Emniyet ettigim bir adam olan lalam, hain çıktı, bana hıyanette bulundu.
Kin gütme, öç alma zamanı degil. Ben kendi elimle bir ham istir, yaptım.
4005. O beye de kin güdersem yapacagım zulüm, yine basıma gelir.
Su ceza, bir kere basıma geldi ya, bunu sınadım, artık sınanmısı tekrar sınamam.
Musul padisahının derdi, boynumu kırdı âdeta. Artık baskasını incitmem.
Tanrı, bize mükâfatı anlattı. "Döner, kötülüge gelirseniz biz de cezanızı veririz" dedi.
Burada ileri gitmek, faydasızdır. Sabırdan, merhametten baska iyi bir is yok.
4010. Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, bir hatada bulunduk. Ey merhameti büyük Tanrı, bize acı!
Ben onu affettim, sen de yeni suçumu da affet, eski suçlarımı da.
Sonra cariyeye sakın dedi, bu senden duydugum sözü kimseye söyleme.
Seni, beyinle evlendirecegim. Tanrı hakkı için sakın bu hikâyeyi bir daha anma.
Anma da o, benden utanmasın. Çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti.
4015. Ben, onu defalarca sınadım, ona, senden de güzel kadınları emniyet ettim.
Hiç dokunmadı. Bu olan sey, benim yaptıgımın cezası.
Bundan sonra o beyi huzuruna çagırdı. Âlemi: kahretmeyi düsünen hısmını yendi.
Ona kabul edilecek bir bahane buldu. Dedi ki: Ben bu cariyeden sogudum.
Sebebi de su: Çocugumun anası, bu cariyeyi kıskanmada, âdeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara ugradı.
4020. Oglumun anasıdır, onun nice hakları vardır. Böylece cevir ve cefalara lâyık degildir o.
Kıskançlıga basladı, kanlar yutmada. Bu cariye yüzünden pek siddetli acılara düstü.
Hâsılı bu cariyeyi birine verecegim. Buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak degilim ya.
Sen onun için canınla oynadın. Artık onu senden baskasına vermek dogru degil.
Onu, o beye nikahlayıp verdi, öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.
"Onların rızıklarını biz taksîm ettik" hükmünce Tanrı,
birisine eseklerin sehvet ve kuvvetini verir, birine peygamberlerle meleklerin kuvvetini.
Bastan hava ve hevesi atmak ululuktur. Hava ve hevesi terketmek, Peygamber'e mahsus bir kuvvettir.
Sehvete mensup olmıyan tohumlar,
Kıyametten baska bir sey koparmaz.
4025. Onda erkek eseklerin gücü, kuvveti yoktu. Fakat peygamberlerin erligi vardı.
Hısmı, sehveti, hırsı terk etmek, erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır.
Söyle, damarında esek erligi olmasın da Tanrı onu daima Ulu beylerbeyi diye çagırsın.
Tanrı'dan uzak merdut bir diri olmaktansa Tanrı'nın görüp gözettigi bir ölü olmam daha yeg.
Su erligin içi, sırrıdır, öbürü deriden ibaret. O, adamı cennete götürür, bu cehenneme!
4030. Cennetin, hosa gitmeyen seylerle çevrildigi, kaplandıgı söylenmis, cehennemin hava ve hevesten meydana geldigi haber
verilmistir.
Ey Eyaz, ey Seytan'ı öldüren erkek aslan, esek erligini azalt, akıl erligini çogalt.
Bu kadar yüzlerce âlemin anlayamadıgı sey, sence bir çocuk oyuncagı oldu. 8ste sana er!
Ey benim emrimin lezzetini bulan, ey emrime vefakârlıkta bulunmak üzere canlar veren!
Emre, emrin lezzetine dair mânevi hikâyeyi dinle simdi!
Padisahın, divanda bulunanlara bir mücevher gösterip "Bu ne degerde," diye vezire vermesi, vezirin, mücevherin degerinde
ileri gitmesi, padisahın "Kır bu mücevheri" diye emir vermesi üzerine, ben bunu nasıl kırayım, falan filân diye özür getirmesi
4035. Padisah, bir gün divana gitti. Bütün memleket büyüklerini divanda toplanmıs buldu.
O nurlu padisah, bir mücevher çıkarıp vezirin eline vererek.
Dedi ki: Bu, nasıl bir mücevher, degeri nedir? Vezir, yüz esek yükü altın degerinde bir mücevher dedi.
Padisah, kır bu mücevheri deyince dedi ki: Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin, malının iyiligini dileyen bir kisiyim ben.
Deger biçilmez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl reva görebilirim?
4040. Padisah vezirin sözünü takdir etti, ona bir elbise ihsan etti. O cömert ve er padisah, inciyi ondan aldı.
O cömert padisah, vezire giydigi elbiselerden baska daha ince agır elbiseler verdi.
Onları bir müddet söze tuttu. Yeni seylere, eski vakalara ait bahislerde bulundu.
Sonra mücevheri perdecinin eline verdi, bir isteklisi olsa dedi, ne deger acaba?
Perdeci, bu mücevher dedi, ülkenin yarısı degerinde. Tanrı, ülkeyi tehlikelerden korusun!
4045. Padisah, kır bu mücevheri dedi. Perdeci, ey kılıcı günes gibi parlayan padisahım, bunu kırıp ufalamak pek yazıktır, pek
yazık!
Degeri söyle dursun, su parlaklıga bak. Gündüzün nuru bile ona uymada!
Bunu kırmaya nasıl elim varır? Nasıl olur da padisahın hazinesine düsman olurum? Dedi.
Padisah, ona elbise verdi, gelirini artırdı. Onun aklını övmeye basladı.
Bir müddet sonra mücevheri bir beyin eline verdi. Onu da bir sınadı.
4050. O da öyle söyledi, bütün beyler de. Her birine agır elbiseler ihsan etti.
Elbiselerini artırdı, o asagılık kisileri yoldan çıkardı, kuyuya attı.
Elli altmıs bey, hepsi de veziri taklit ederek böyle söylediler.
Gerçi dünyanın degeri taklittir ama her mukallit de sınanmada rüsvay olur.
Mücevherin elden ele devrederek Eyaz'a gelmesi. Onun, öbürlerine uymayıp, padisahın verecegi mala mülke aldanmaksızın,
elbiselerin çokluguna ve hataya düsenlerin aklını ögmesine kapılmaksızın mücevheri kırması. Mukallidi müslüman saymak
dogru olamaz. Nadir olarak mukallit de, o Tanrı korumasıyla, inanısında dayanır ve bu imtihanlardan selâmetle kurtulur. Çünkü
Hak birdir, ona benzeyen ve insanı yanıltan çok zıtlar vardır. Mukallit, o zıddı tanıyamaz, bu yüzden Hakk'ı da tanımaz. Fakat
o, Hakk'ı tanımasa bile Hâk, ona inayet gözüyle bakarsa bu tanımazlık, mukallide ziyan vermez.
Ey Eyaz, söylemiyorsun, bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin degeri nedir?
4055. Eyaz, söyleyebilecegimden de artık deyince Padisah, peki dedi, hadi öyleyse hemen onu kır, hurdahas et.
Eyaz'ın yenlerinde tas vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, unufak etti.
Belki o saf ve temiz delikanlı, bu isi rüyada görmüstü de yenine, koltuguna iki tas gizlemisti.
Yusuf gibi hani. O da isinin sonunun nereye varacagını kuyu dibinde görmüstü.
Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada erme de birdir, ermeme de.
4060. Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan, savasmadan ne korkacak?
Karsısındakini mat edecegini iyice bilen, at gitmis, fil gitmis, aldırır mı? Onca bunlar, zaten saçma seylerdir.
At arayan, atını alıp götürse al götür der, önüne düsecek o at degil ya.
8nsan, atla bir soydan olur mu? Adamın ata olan sevgisi, öne geçmek içindir.
Suretler için bu kadar elem çekme. Suret bas agrısı olmaksızın mânayı elde et.
4065. Zahit, isin sonunu düsünür. Soru, hesab günü hâlim ne olacak diye dertlenir.
Ariflerse baslangıçtan, önden haberdardır, sonu düsünme derdinden de kurtulmuslardır.
Arifte arif olmadan önce korku da vardı, yalvarıs da. Fakat Tanrı takdirini bildiginden, isin önünden haberdar oldugundan bu
bilgi, her ikisini de ortadan kaldırmıstır.
Evvelce mercimek ektigini bildiginden ne mahsul elde edecegini de bilir.
Ariftir, korkudan da kurtulmustur, ürkmeden de. Tanrı kılıcı, o hay huyu kesmis, ikiye bölmüstür.
4070. Evvelce Tanrı'dan korkar, umardı. Korku yok oldu, o yalvarıs meydana çıktı.
Eyaz da o degerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.
Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler.
O toplulugun hepsi de körlüklerinden Padisahın inci gibi olan buyrugunu kırmıstı.
Mücevherin degeriyle sevginin sonucu, gönüllerinden gizli kalmıstı.
Beylerin, neden bu mücevheri kırdın diye Eyaz'ı kınamaları, onun cevap vermesi
4075. Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padisahın buyrugu mu daha ileri, mücevher mi?
Sizce, Tanrı hakkı için söyleyin, Padisahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi?
Ey mücevhere bakan, Padisaha aldırıs bile etmeyen beyler, önünüzde gül var, ana cadde degil!
Ben gözümü Padisahtan ayırmam. Müsrik gibi tasa yüz tutmam.
Boyalı tası seçip Padisahın buyrugunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiçbir deger yoktur.
4080. Gül renkli oyuncagı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve sas.
Dereye gir, testiyi tasa çal. Kokuya, renge ates ver.
Din yolunda yol kesicilerden degilsen kadınlar gibi renge, kokuya tapma.
Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere baslarını önlerine egdiler.
O anda her birinin gönlünden belki iki yüz kere ah çıktı bir duman gibi ta göge kadar ulastı.
4085. Padisah, ihtiyar cellâda emir verdi: Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklastır!
Bu asagılık adamlar, bu yüce makama lâyık degiller. Bir tas için benim buyrugumu reddettiler.
Buyrugum, bu çesit fesatçılarca bir boyalı tas için hor hakir oldu.
Padisahın beylerin öldürülmesini emretmesi, Eyaz'ın "Af, daha dogrudur" diye sefaata bulunması
Bunun üzerine merhametli Eyaz, sıçradı, o ulu Padisahın tahtına dogru kostu.
Secde edip bogazını tutarak, padisahım dedi, senin gibi yüce bir padisahın sultanlıgına gökyüzü bile hayran olmustur.
4090. Ey hüma kusu, hümalar kutlulugu senden bulur, cömertler, cömertlige senden ererler.
Ey kerem sahibi, âlemdeki kerem ve ihsanlar, senin bagıslamana karsı mahvolur gider.
Ey lütuf sahibi, kırmızı gül seni görünce utancından gömlegini yırtar.
Yarlıgama, senin yarlıgamanla doymus, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmustur.
Senin buyruguna karsı korkusuzca harekette bulunan, affından baska nereye dayansın?
4095. Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları, ey af madeni padisah, senin affının çoklugundan meydana geldi.
Gaflet, daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama gözden kuru agrıyı giderir.
Gaflet ve kötü bir alısma olan unutkanlık, ululama atesiyle yanıp gider.
Onun heybeti adama uyanıklık ve anlayıs verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar, kalmaz.
Yagma zamanı, halkın uykusu gelmez. Kimse, hırkamı çalmasınlar diye uyumaz.
4100. Hırka korkusiyle bile uyku kaçarsa artık can ve ' bogaz korkusu ile kim uyur ki?
Buna tanık, "Rabbimiz, unutup isledigimiz suçlarla bizi suçlu sayma" âyetidir. Çünkü unutma da bir bakımdan suçtur.
Unutan, onu lâyık oldugu veçhile ululamıstır. Yoksa hiç savasta adamı uyku tutar mı?
Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapısmak lâzım.
Çünkü onu ululamada gevseklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya yanlıs.
4105. Sarhos gibi hani. O ada cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım der.
Ona derler ki: Dogru ama a kötü isli, o zıkkımı sen içtin, dileginle, isteginle zıkkımlandın.
Sarhosluk, sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dilegi de kendin meydana getirdin.
Sarhosluk, senin kastın, çalısıp çabalaman olmasaydı da kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdını korur,
gözetirdi.
Sana arka olur, senin adına o, özür dilerdi. Tanrı sarhosluguna kul köle olayım.
4110. Ey her çesit elde edilen sey, kendisinden olan Tanrı, bütün âlemin af ve ihsanı, senin ihsanından bir zerredir.
Aflar, senin affını överler, insanlar, sakının, ona benzer, ona esit yoktur.
Onların canlarını sen bagısla, huzurundan da kovma. Ey muradına erisen, senin damagının tadıdır onlar.
Yüzünü görene acı, nasıl olur da seni gören, acı ayrılıgını çekebilir?
Ayrılıktan bahsediyorsun, ne yaparsan yap da bunu yapma.
4115. Senin tuzagına tutulup yüz binlerce defa ölmek bile senden ayrılmaya bedel olamaz.
Ey suçluların feryadına yetisen, ayrılık acısını erlerden de uzaklastır, kadınlardan da.
Senin vuslatını umarak ölmek hostur. Fakat ayrılıgının acısı, atesin üstündedir.
Kâfir bile cehennemde bana bir baksaydın cehennemde olduguma gam mı çekerdim deyip durur.
Çünkü o bakıs, bütün eziyetleri tatlılastırır; büyücülerin el ve ayaklarının kan diyetidir o bakıs.
Firavun, büyücüleri öldürecegi zaman onlar, "Zararı yok..
Biz, Tanrımıza döneriz" dediler, bunun tefsiri
4120. Gökyüzü "Zararı yok" sesini duydu. Gökyüzü, sanki o savlıcana bir top kesildi.
Firavun'un vurusu bize zarar vermez ki dediler, Tanrı'nın lütfu, baskalarının kahrından üstündür.
Ey insanları azgınlık, sapıklık yoluna süren, sırrımızı bilsen a can gözü kör herif, anlarsın ki biz kendimizi kurtarıyoruz.
Kendine gel de bu yana yanas, bu erganunun "Keske kavmim, rabbim beni ne yüzden yarlıgadı, bilselerdi" sesini dinle.
Tanrı ihsanı, bize bir Firavunluk verdi ki senin Firavunlugun kaç para eder, senin saltanatın geçici.
4125. Ey Mısır'a ve Nil ırmagına kapılıp gururlanan! Basını kaldır da ebedî ve ulu saltanatı gör.
Sen su pis hırkayı terk edersen Nil ırmagını can nilinde gark edersin.
A Firavun, kendine gel de Mısır'dan el çek. Can Mısır'ının içinde yüzlerce Mısır var.
Sen, halka "Ben rabbinizim" deyip durursun ama bu iki sözden de gafilsin.
Rab olan rablık ettigi kisiden nasıl titrer? Ben demeyi bilen, nasıl olur da cisim ve can bagına baglı kalır?
4130. 8ste bak, buracıkta bizler ben diyoruz, çünkü benlikten kurtulduk; zahmetlerle, belâlarla dolu benlikten halâs olduk.
A köpek, o benlik sana kutlu gelmedi. Fakat bizce mühürlenmis bir devlet oldu.
Bu benlik, sana kin gütmeseydi bize böyle güzel bir ikbal, bir devlet olur muydu?
Yokluk yurdundan kurtuluyoruz, buna sükrane olarak su daragacının basında sana bir ögüt verelim:
Bizim ölüm daragacımız, göç burakıdır. Senin saltanat yurdunsa gururdan, gafletten ibarettir.
4135. Bu yasayıs, ölüm suretinde gizlidir. O ölümse yasayıs kabugunda gizli.
Nur, ates seklinde görünmede, ates de nur seklinde. Yoksa dünya, hiç gurur yurdu, aldanma duragı olur muydu?
Kendine gel, acele etme. Önce yok ol. Battın mı nur dogrusundan basgöster.
Ezel benliginden gönül hayretlere düstü; bu benlik, soguk bir hale geldi, ayıp ve ar kesildi.
Can, o bensiz benlikten hos bir hal aldı, âlem benliginden sıçrayıp çıktı.
4140. Benden kurtuldu da simdi ben oldu. Aferinler, olsun zahmetsiz benlige!
O kaçmada, benlikse pesine düsmüs. Onu, onsuz gördügünden ardını bırakmamakta, kosup durmakta.
Sen, onu istedikçe o, seni istemez. Fakat öldün mü istedigini elde edersin.
Diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı? Sen istedikçe istedigin seni arar mı?
Bu bahiste akıl, yol gösterici olsaydı Fahr-i Razı, din sırrını bilirdi.
4145. Fakat "Tatmıyan bilmez." Onun için onun aklı ve kurdugu hayaller de, ancak hayretini artırdı.
Bu ben, nerde düsünceyle açılacak, bulunacak? O ben, yokluktan sonra açılır, bulunur.
Bu akıllar, arastırma yüzünden ittihat ve hulul uçurumuna düser.
Ey yakınlasma yüzünden yokluga erismis, yıldız gibi günes nurlarına dalmıs olan Eyaz!
Hattâ ittihat ve hululle degil de meni gibi beden haline gelmis olan dost!
4150. Ey af etmeyi sandıgına almıs, kendine mal edinmis zat, affet. Sen lûtufta en ileri gidensin. Bütün lütuf edenler, senin
ardındadır.
Ben kim oluyorum ki af et diyeyim? Ey padisahım, ey Kün emrinin hulâsası!
Ben kim oluyorum ki ey bütün benler, etegine sarılmıs olan padisahım, benligimden geçmeden seninle beraber bulunayım?..
Eyaz'in sefaat etmede kendisini suçlu sayması ve bu suçtan özür dilemesi, özür dilemede de yine kendini suçlu bilmesi. Bu
sınıklık, padisahın ululugunu bilmekten ilerigelir. Peygamber, "Ben, Tanrıyı en iyi bileniniz ve Tanrı'dan en çok korkanınızım”
dedi. Ulu Tanrı da "Söz budur, bundan ötesi yok; Tanrı'dan, onu bilen kulları korkar" buyurmustur.
Hilimle dolu olana ben nasıl olur da acımayı ögretmeye kalkısır, bilgi sahibine nasıl olur da bilim yolunu gösterebilirim?
Beni sillelerle, tokatlarla zebun etsen bile hakkın var. Ben, yüz binlerce tokata lâyık bir kulum.
4155. Ben huzurunda ne söyleyeyim de sana bir sey anlatmaya kalkısayım? Yahut da ne yüzle kerem sartını sana hatırlatmaya
giriseyim?
Sence bilinmeyen ne var? Alemde hatırında olmayan nedir ki?
Sen, bilgisizlikten arısın; bilgin de âlemde bulunan seylerden herhangi birini unutmadan arıdır.
Bir hiç olanı tuttun, adam ettin; onu günes gibi nurlarla parlattın.
Mademki beni adam ettin, yalvarırsam yalvarısımı kerem et, dinle.
4160. Benim suretimden izhar ettigin sefaati da yine sen ediyorsun demektir.
Çünkü bu yurt, benim malımdan, mülkümden bombos, burada benim hiçbir seyim yok. Evde kuru, yas, ne varsa benim degil.
Duamı su gibi akıttın, sebatını da bagısla ve o duayı kabul et.
Önce bana duayı ilham eden sensin, sonunda duamı da sen kabul et.
Kabul et de o âlem padisahı suçluların suçunu bu kulu için af etti diyeyim.
4165. Ben kendimi begenmekteydim, bastanbasa dertten ibarettim. Padisahım, her dertliye deva verdi.
Cehennemliktim, kötülüklerle, serlerle doluydum. Onun ihsan eli beni bir kevser haline getirdi.
Cehennem kimi yakar, yandınrsa ben o yanan seyleri cesette tekrar çıkarır, bitiririm.
Kevserin isi nedir? Her yanan, onun vasıtasiyle biter, yenilenir.
Kevser, katra katta keremlerini ilân eder; cehennemin yaktıgı seyleri ben yine yerine getiririm der.
4170. Cehennem, güz mevsiminin soguguna benzer. Keserse ey gül bahçesi, bahar gibidir.
Cehennem, ölüme, mezar topragına benzer. Kevserse sur üfürülmesi gibidir.
Ey cehennemde bedenleri yananlar, Tanrı keremi, sizi kevsere çagırmadadır.
Ey daima faal olan diri Tanrı, lütfen "halkı, benden faydalansınlar diye yarattım;
Ben onlardan faydalanayım diye degil" buyurmustur. Bu, senin cömertligindir; bütün noksanlar, o cömertlikle düzelir.
4175. Bedene tapan su kullarını affet. Af denizinin af edisi, yerinde bir istir.
Halkı ırmak gibi, sel gibi affet, yıka, ant, kendi denizine daldır, temizle.
Aflar, her gece su gönülden çıkar, güvercinler gibi sana uçar, ulasır.
Seher çagı yine onları uçurur, geceye kadar su bedenlere hapsedersin.
Yine aksam çagı, o sayvanın, o damın askı ile kanat çırparak uçarlar.
4180. Bedenden vuslat ipini kopardılar mı sana senin huzuruna gelirler. Çünkü senden ikbal ve devlete erismislerdir.
Bas asagı geri dönmeden emin olarak "Biz, süphe yok rabbimize dönenleriz" diye havada kanat çırparlar.
O keremden de "Gelin, yücelin" diye ses gelir, O dönüsten sonra artık o hırs, o keder kalmaz..
Alemde çok gariplikler çektiniz. Ey ulular, kadrini bilin.
Bu agacın gölgesinde nazla sarhos olarak ayaklarınızı uzatınız.
4185. Din yolunda zahmetler çeken ayaklarınızı ebedî hurilerin kucaklarına, ellerine uzatın.
Huriler, merhametli bir halde birbirlerine isaret ederek bu sofiler, seferden döndüler.
Günes nuru gibi saf sofiler, bir müddet topraga düstüler, pislige karıstılar.
Fakat ayaklarında, üstlerinde baslarında hiçbir pislik olmaksızın tertemiz olarak günesin nuru gibi yüce yüce günes degirmisine
geldiler.
Yüce Tanrı, bu suçlular da baslarını duvarlara vurdular.
4190. Kendi hatalarını, suçlarını anladılar. Padisahın oyununda mat oldular ama,
Simdi ah ederek ey lütfu, suçlulara yol gösteren Tanrı diye sana yüz tuttular.
Lütfet, yolda kirlenenleri tez af Fıratında, yıkanılacak kaynakta yıka, arıt.
Arıt da uzun zamandır islenegelen suçtan yıkansınlar, temizlerin safına katılıp namaz kılsınlar.
Sayıdan dısarı olan o saflarda "Bizler saflarız" nuruna gark olsunlar.
4195. Söz, bu halin övüsüne gelince kalem de kırıldı, kâgıt da yırtıldı.
Hiç deniz, bir kaba sıgar mı? Aslanı bir kuzu kapıp götürebilir mi?
Perde ardındaysan perdeden çık da o sasılacak padisahlıgı gör.
Sarhos kavim, kadehini kırdılar ama senden sarhos olanların özrü vardır.
Onların sarhoslugu, ikbal ve malla degildir ey isleri tatlı Tanrı, senin sarabından sarhos olmustur onlar.
4200, Ey padisahlar padisahı, onlar senin hususiyetinden sarhos olmuslardır. Ey af eden Tanrı, kendi sarhosunu affet.
Hitap ettigin zaman senin hususiyetinin lezzeti, insanı, öyle bir sarhos eder ki, yüz küp sarap insanı öyle sarhos edemez.
Mademki beni sarhos ettin, had vurma bana. Seriat, sarhoslara had vurmaz.
Aklım basıma gelsin de o vakit döv. Zaten ben ayılmayı istemiyorum ki.
Ey lütuflar ve ihsanlar sahibi Tanrı, senin sarabını içen, ebedî olarak aklından da kurtuldu gitti, had vurulmasından da.
4205. Onlar, sarhosluklarının verdigi yoklukta ebedi olarak kalırlar. Sizin sevginizde yok olan gayri ayılıp kalkamaz.
8hsanın bize yürü der, yürü ey askımızın ayranına kapılmıs olan!
Sinek gibi ayranımıza düsmüssün.. Sen, sarhos degilsin ey sinek, sarabın ta kendisisin.
Ey sinek, gerkesler, senden sarhos olurlar. Çünkü sen, bal denizine at sürmüssün.
Daglar, zerreler gibi senin sarhosundur. Nokta da senin elindedir, pergel de, çizgi de.
4210. Halkın titredigi fitne, senden titrer.. Her degerli mücevher, sence ucuzdan ucuzdur.
Tanrı, bana bes yüz agız verseydi de ey can ve ey cihan, seni anlatsaydım.
Halbuki bir agzım var, o da ey sırları bilen Tanrı, senden utancından kırık dökük!
Fakat yokluktan daha kırık dökük olmam ya.. Bunca ümmetler, onun agzından zuhur etti.
Yüzlerce gayb eserleri, Tanrı'nın lütuf ve ihsa-niyle yokluktan dısarı çıkmayı beklemede.
4215. Ey keremine kurban oldugum Tanrı, basım, senin havanla dönmede.
Sana ragbetimiz, senin dileginle oluyor. Nerde bir yol yürüyen varsa onu Tanrı cezbesi çekmektedir.
Hiç yel olmadan toprak havaya kalkar mı? Hiç deniz olmadan bir gemi, denize ayak atabilir mi?
Abıhayat önünde kimse ölmez.. Halbuki abıhayat, senin suyunun yanında bir tortudan ibarettir.
Abıhayat, can kıblesidir. Dostlar, baglar, bahçeler, suyla yeserir, güler.
4220. Ölümü içenler, onun askiyle dirildiler; gönüllerini candan da çekmislerdir, abıhayattan da.
Askının suyu mademki bize el verdi, abıhayatını bizce hiçbir degeri yok artık
Her can, abıhayattan diridir. Fakat abıhayatın suyu da sensin.
Her an bana bir ölüm, bir hasir verdin de o keremin neler yaptıgını gördüm.
Senin yeniden diriltecegine güvenim var; o yüzden bu ölüm, bana uyku gibi görünmede ey Tanrı.
4225. Her an yedi denize de serap olsa ey suyun suyu, sen onu kulagından tutar, getirirsin.
Akıl, ecelden titrer durur, halbuki ask, nese içindedir. Tas, toprak parçası gibi yagmurdan korkar mı hiç?
Bu cilt, Mesnevi'nin besinci cildidir. Can gögünün burçlarındaki yıldızlara benzer.
Yıldızları tanıyan gemiciden baskasının duyguları, yıldızla yol bulamaz.
Baskaları, yıldızları ancak seyrederler, ne kutlularından haberleri vardır, ne kırandan.
4230. Geceleri tâ sabahlara kadar böyle seytanları yakıp yandıran yıldızlarla asinalık et.
Her biri, kötü zanna kapılmıs Seytanı defetmek için gök kalesinden âdeta neft atmaktadır.
Yıldızlar, Seytana akrep gibidirler, fakat müsteriye en yakın bir dosttur onlar.
Yay, okla Seytanı oklar, bir yere mıhlarsa ekinleri, meyvaları sulamak için kova, suyla dolu.
Balık, gerçi azgınlık gemisini kırarsa da dost için öküz gibi ekin eker.
4235. Günes, geceyi aslan gibi paralarsa da lâal, onun yüzünden atlas elbiselere nail olur.
Yokluktan basgösteren her varlık, birine zehirdir, öbürüne seker.
Dost ol, kendi kötü huyundan ayrıl da zehir küpünden bile seker ye!
Faruki tiryak, ona seker kesilmisti de onun için zehir, Faruk'a bir zarar vermedi.
Besinci cildin sonu
3501 - 4235 Beyitlerin Notları
S. 285, B. 3506 dan sonraki ballık: Delkak için bakınız: c. 2, s. 217, b. 2333 ün izahı.
S. 289, B. 3548: Arapçadır.
S. 292, B, 3582: Ukde, günesin tutulma noktasına denir.
S. 292, B. 3590 dan sonraki baslık: "Bu dünya yasayısı, ancak saçma ve oyuncak bir seydir. Süphe yok ahiret yurdu ebedîdir;
bilseler." Sûre 26 (Ankebut), âyet 64.
S. 293, B. 3597: Bezden yapma bebeklerle oynamak ve erkek çocukların sopayı apısları arasına alarak ata binme oyunları, o
zamanlar da varmıs. 8kincisine "Sadi"nin bîr gazelinde de tesadüf ediyoruz.
S. 294, B. 3604: c. l, s. 392, b. 3449 un izahına bakınız.
S. 294, B. 3608:8ki kıbleden maksat Kudüs'le Mekke'dir. Mekke'deki Kabe kıble olmadan Kudüs'teki Mescidi Aksa'ya dönülerek
namaz kılınmıstı. Bir gün, ögle namazı kılınırken kıble Kabe oldu ve Peygamberle beraber sahabe Kabe'ye döndüler. Namazın
geri kalan kısmı Kabe'ye dogru kılındı. Bu yüzden, bu vakanın oldugu yere yapılan mescit de. "Mesçid el-kıbleteyn - 8ki kıble
mescidi" adını almıstır. 8ki kıble imamı da Peygamberdir.
S. 300, B. 3612: Arap alfabesinin ilk harfi olan elif, dümdüz bir çizgidir ve noktanın uzatılmasından meydana gelmistir. Noktası
olmadıgı gibi hareke de almaz. Bu bakımdan onu kayıtsızlık ve hürlükle vasıflandırmıslardır. Aynı zamanda boy da elife
benzetilir. Sofiler de elife birçok mânalar vermislerdir.
S. 295, B. 3619: c. l, s. 90, b. 926 nın izahına bakınız.
S. 296, B. 3631: S. 159, b. 1943-1944 an izahına bakınız.
S. 299, B. 3673: Misafir odası, köylerde pek ziyade revaçlıdır. Her köyün bir misafir odası vardır. Bu odaya, varlıklı köylüler
tarafından sırayla bakılır. Her gece bir köylü, oraya yemek gönderir. Bundan baska ayrıca varlıklı köylülerin de birer misafir
odası bulunur. Bu âdetin, Selçuklular devrinden beri oldugunu bu beyitlerden anlamaktayız.
S. 299, B. 3675 ten sonraki baslık: Sofilerde konuga pek hürmet edilir. Hattâ "Her geceyi kadir, her konugu Hızır bil" sözü,
aralarında atalar sözü olarak söylenegelmistir.
S. 300, B. 3689: c. l, s. 207, b. 2096 nın izahına bakmıs.
S. 301, B. 3694-3695 Arapçadır.
S. 302, B. 3712: Kur'an'ın 9 uncu sûresi olan Tevbe sûresinde münafıkların yaptıkları mescitten bahsedildikten sonra
Peygamberin mescidi anlatılırken "Orada erler vardır ki tertemiz olmayı severler, Tanrı da tertemiz olanları sever"
denmektedir, (âyet 108).
24 üncü sûrede de (Nur) "Erler vardır ki alısveris ve kazanç, onları Tanrı'yı anmadan, namaz kılmadan, zekât vermeden
alıkoymaz. Kalblerle gözlerin döndügü günden korkarlar" denmektedir (âyet 37). Kur'anın daha baska sûrelerinde böyle
azimde ilerletmis adamlara "erler" denmektedir. Bu bakımdan Sofiler, "erler - rical" tâbirini, bir mertebeyi gösteren tâbir olarak
kabul ederler. Burada erkeklik, kadınlık meselesi bahis mevzuu olamaz. Mesela, bir kadın hakkında da "Rical mertebesine
erismistir" derler.
S. 308, B. 3786 dan sonraki baslık: 102 nci sûresinin (Tekâsür) 3 ve 4 üncü âyetleridir.
S. 308, B. 3789: "8leri geçenlerin ileri geçenleri., iste Tanrı'ya yaklasmıs olanlar onlardır" Sûre 66 (Vakıa), âyet 10, 11. Bu
âyet, ilk müslüman olanlar hakkındaysa da Peygamber "Her zaman Ümmetim içinde ileri geçenler vardır" diyerek
imanda, insanlara hayırlı olmada ve ibadette ileri gidenler hakkında da oldugunu anlatmıstır.
S. 311, B. 3820: "8nananlardan erler vardır ki Tanrı ile ahdettikleri seyi tutarlar. Onlardan bir kısmı ahitlerini yerine
getirmistir, henüz bekliyenler ve hiçbir
surette ahdini degistirmeyenler de vardır. Sûre 83 (Ahzab), Ayet 23.
S. 314, B. 3859: 59 uncu sûreyle (Hasr) 61 inci sûre (Saf) "Göklerde yeryüzünde ne varsa Tanrı'yı" tesbih eder. O,
yücedir ve hüküm sahibidir" diye baslar.
S. 314, B. 3866-. Arapçadır.
S .320, B. 3940: "Sizin dininiz sizin, benimki benim." Sûre 109 (Kâfirûn), âyet 6.
S. 323, B. 3979: Heba denilen Heyula, aslan Yunanca bir kelimedir. Hükema felsefesinde maddenin esas vasfıdır ki her sekli
ve sureti kabul edebilir. Teknedeki
hamurdan istenilen sekil ve suretlerde ekmek, çörek ve simit yapılabildigi gibi heyula, yani maddenin esası da agaç, kus,
insan, hayvan, tas, toprak.... her sey olabilir.
S. -324, B. 3994 ten sonraki baslık: "8yilik edenin iyiligi kendine, kötülük edenin kötülügü yine kendine, Rabbin,
kullarına zulmetmez." Sûre 41 (Secde), âyet 46
"Süphe yok Rabbin, gözetleme yerindedir, görür." Sûre 89 (Fecr), Ayet 14.
S. 325, B. 4000: "Bir kötülügün cezası, ona benzer bir kötülüktür. Kim affeder, isi düzeltirse mükâfat Tanrıya aittir. Süphe yok
o, zâlimleri sevmez." Sûre 42 (Sûra),
âyet 40.
S. 325, B. 4008: "Rabbiniz, size acıyabilir. Fakat döndünüz de yine fenalık yaptınız mı biz de döneriz. Cehennemi, kâfirlere
zindan ettik." Sûre 17 (Esra), ayet 8.
S. 327, B. 4024 ten sonraki baslık: "Rabbinin kısmetini "olar mı paylastırıyorlar? Dünyadaki geçimlerini de, aralarında biz
paylastırdık, bazılarını derece bakımından bazılarına üstün ettik de bu suretle bazıları, bazılarını hizmetlerinde kullanırlar.
Rabbinin rahmeti, onların topladıklarından, biriktirdiklerinden hayırlıdr." Sûre 43 (Zuhruf), âyet 32. Bu baslıkta iki beyit vardır.
Bunların ikincisi Hakîm-i Senâî'nin "Esra-nâme" sindendir.
S. 327, B. 4030: Böyle bir hadîs vardır, bundan önceki ciltte de geçti.
S. 333, B. 4101: "Tanrı insana gücü yettigi derecede teklifte bulunur. Herkesin kazandıgı iyilik de kendinedir, kötülük de,
Rabbimiz, unuttugumuz, yanıldıgımız seylerden dolayı bizi hos gör. Rabbimiz, bizden öncekilere yükledigin gibi bize de agır
yük yükleme. Rabbimiz, takatimiz olmayan seyi yükleme bize. Bizi bagısla, bizi yarlıga, bize acı. Sen sahibimizsin, sen bize
kâfir kavme karsı yardım et..." Sûre 2 (Bakara), âyet 286, son âyet.
S. 335, B. 4119 dan sonraki baslık: Bu âyet için bakınız: S. 273, b. 3339 un izahı.
S. 335, B. 4120: Top ve çevgân oyununda topu çelen ucu egri sopaya sevlican da denir.
S. 335, B. 4128: Rab, ögreten, belleten ve her seyi, yavas yavas kemaline götüren mânalarına gelir. Bu bakımdan meselâ
Hıristiyanlıkta 8sa'ya da "Rab" denir. Âlemlerin rabbi Tanrı'dır, ona karsı her sey "merbub"dur. Yani onun terbiyesine muhtaçtır.
S. 337, B. 4144: Mevlâna'nın babasının, memleketi olan Belh'i terkedip Konya'ya gelmesine sebep olan ve büyük tefsiriyle
meshur bulunan Fahreddin-i Razi için bakınız:
C.1, s. 132, b. 1350’nin izahı.
S. 337, B. 4147: Hulul, bir seyin bir seye girmesi, sızması, ittihat iki seyin birlesmesi demektir. Kelâm yani islâm felsefesinde
hulûl, Tanrı'nın kula girmesi suretiyle kulun Tanrılasması, ittihat da Tanrı ile kulun birlesmesi inanısıdır ve her ikisi de bâtıldır.
Seriatçılar, Vahdeti vücutta ileri gidenlere bu iki inanısı isnadetmisler, onlar da biz Tanrı'dan baska bir varlık tanımıyoruz. Hulul
ve ittihat için iki varlık olması lâzımdır
diye bunu siddetle reddetmislerdir.
S.-337, B. 4152 den sonraki baslık: Bu baslıktaki hadis, Buhari ve Müslim hadîslerindendir (Ankaravî, s. 863). Ayetin tamamı
sudur: "8nsanları, yeryüzünde yürüyen hayvanlarla dört ayaklı hayvanları renkleri çesitli olarak yarattık. Söz budur ancak:
Tanrı'dan, bilen kulları korkar. Süphe yok ki Tanrı yücedir ve yargılayıcıdır." Sûre 35 (Fâtır) âyet 28.
S. 339, B. 4173-4174: "Ben, halkı benden faydalansınlar diye yarattım, ben onlardan faydalanayım diye degil" mealinde bir
hadîsi kutsi rivayet edilmistir.
S. 340, B. 4194: "Melekler, bizden hiçbiri yoktur ki onun muayyen bir duragı olmasın. Biz saf saf dururuz; derler." Sûre 37
(Sâffât), âyet 164-165.
S. 341, B. 4201-4202: Had, seriatta herhangi bir suça karsılık verilen ceza demektir. Sarhoslugun cezası 80 sopadır. Sopanın
birkaç kisi arasında atılması, sopa atanın dirsegini vücudundan ayırmaması ve dögülen adamın ayaklarına vurulması lâzımdır.
Fakat had sarhosa sarhosken vurulmaz, sarhoslugu geçtikten sonra vurulur.
S. 341, B. 4205: Arapçadır.
S. 343, B. 4232-4234: Bu beyitlerdeki akrep kelimesi, hem akrep, hem de akrep burcu manasınadır. Kavis hem yay, hem de
kavis burcudur. Tir, hem oktur, hem Utarid yıldızı. Müsteri, hem bildigimiz bir sey satın almak istiyen, hem de müsteri yıldızı,
delv, hem kova, hem delv burcu, hut hem balık, hem hut burcu, sevr de hem öküz, hem de sevr burcudur. Müslümanlıkta,
gökten haber çalmak üzere gökyüzüne çıkan seytanlar, sahaplarla yakılır, bir tesehhüp hâdisesi olan bu hâdiseye halk yıldız
aktı der. Aynı zamanda ay, akrep burcundayken o saat kutsuzdur ve sefere gitmek, iyi degildir. Hâsılı Mevlânâ, bu kelimelerin
iki mânalariyle ve bu inanıslarla bir sanat yaparak "Yıldızlar, seytanlara birer akrep gibidirler ama kutlu bir yıldız olan müsteri
için en yakın akraba kesilirler. Kavs, tir'le seytanı oklarsa da delv, ekini ve meyvaları yetistirmek için suyla doludur. Hut,
azgınlık gemisini kırıp parçalarsa da dost için sevr gibi tarla sürer" diyor.
S.343, B. 4235: Bu beyitte de, esed, hem aslandır, hem de esed burcu. Eskilere nazaran lâal, alelade bir tasken günes
ziyasiyle o tatlı kırmızı rengi alır. Bu beyitte de "Günes, geceyi bir esed gibi paralar, parçalar, fakat lâal, onun yüzünden atlas
elbise giyinir" diyor ve esed kelimesinin iki mânasiyle oynuyor.
S. 344, B. 4238: Rivayete göre Rum kayseri, ikinci halife Ömer'e bazı hediyeler göndermis. Bunların arasında bir katrası bir
adamı derhal öldürecek bir sise de zehir varmıs. Ömer, elçiden bunu ögrenince sisedeki zehri tamamiyle içmis ve ölmemis
(Ankaravî, s. 877), Tiryak-ı Faruki eski tıpta zehirlenenlere verilen bir ilâçtır.
l a v e
318 inci sahifeden itibaren "Mısır Halifesi" nden bahsedilmektedir. Abbasogulları, Halifeligi, Hulâgû'nun Bagdad'ı almasından
sonra tarihe karısmıs ve bu halifelerin otuz besincisi olan "El-Zâhir bi-emrillâh Ebu-Muhammed Hasan" in oglu ve otuz altıncısı
olan "El Mustansır-billâh Ebu-Ca'fer el-Mansur'un kardesi Ahmed, gizlenmis, bir müddet sonra da Mısır'a gidip Türk
sultanlarından Melikızzâhir Rükneddin Baybars'a sıgınmıs. Mısır Kazil-kuzât'ı önünde soyunu ispat ederek, 659 recebinin
dokuzunda "El-Mustansır-billâh Ebu-Kaasım" lâkabiyle halife olmustu. Baybars, Bagdat halifeliginii tekrar diriltme niyetiyle El-
Mustansır'ı, bir orduyla Irak'a göndermis, 660 H. de Mogollar tarafından bu ordu maglûp edilmis, El-Mustansır da kaybolmustu.
Yerine yine Abbasogullarından
Ebül-Abbas Ahmed, "El-Hâkim bi-emrillâh" lâkabiyle halife olmustu. Mısır'daki üçüncü halife El Müstekfî billâh-i evvel Ebürrebi'
Süleyman, 701 de Halife olduguna göre Mevlâna'nm Mısır halifesinden bahsetmesine bakılırsa V inci cildin, 660 H. den bir hayli
zaman sonra yazıldıgına hükmetmek lâzımdır. Mısır halifeleri, hiçbir vakit müstakil olmamıslardır. Halbuki Mevlâna, halifenin
Musul'a bir ordu gönderdigini hikâye ediyor.
Bu bakımdan acaba bu hikâye, bir vakıayı hikâye midir ve Mısır Fatımîlerine mi aittir?
Biz, buna ihtimal veremiyoruz. Mevlâna gibi "Kıyas'a bile yanasmayan ve Kur'anı telâkki bakımından "Zahiri Eseri" denebilecek
olan bir Alimin tamamiyle "Müevvile" ve "Bâtiniyye" den olan 8smaili halifelerine "Halife" demesine imkân yoktur. 8lk Mısır
halifesinin Irak'a ordu çekmesi düsünülürse belki bu hikâye, bu savas esnasında halk tarafında uydurulmustur. Hâsılı Mevlâna
672 H. de vefat ettiginden bu "Mısır halifesi" ya "El-Mustansır" dır, yahut da 660 tan 701 e kadar halife olan "El-Hâkim biemrillâh"
tır.
Bu satırları yazmadan maksadımız, V inci cildin, Mevlâna'nın son zamanlarında yazılmıs olduguna tarihi bir kayıt bulabilmektir.
VI inci cildin tamamlanmaması ve Sultan Veled'in "Tetimme"si de zaten son cildin, Mevlana'nın vefat yılında bittigini gösteren
en büyük delildir.
MESNEVÎ- SER F
C LT 5
Yıldızların nuru olan Sah Hüsameddin, besinci cildin baslamasını istiyor...
Ey Allah ısıgı cömert Hüsameddin, beseri bulantılardan durulanların üstatlarına üstatsın sen!
Halk perde ardında olmasaydı, halkın gözleri açık olsaydı ve havsalalar dar ve zayıf bulunmasaydı.
Seni övmeye manevi bir tarzda girisir, bu sözlerden baska sözler söyleyecek bir dudak açardım.
5 Fakat Dogan kusunun lokmasını yont kusu yutamaz. Çaresi, suyla yagı birbirine katmaktan ibaret.
Seni bu zindan aleminde yasayanlara övmek lüzumsuzdur. Senin vasfını ancak ruhanilerin toplulugunda söyleyebilirim.
Alem ehline seni anlatmak zararlıdır. Seni, ask sırrı gibi gizlemekteyim.
Övmek tarif etmek perdeyi yırtmaktır. Halbuki günesin anlatılmaya da ihtiyacı yok, tarife de.
Günesi öven kendini över, iki gözüm de aydındır, çapaklı degil, agrımıyor demek ister.
10 Alemdeki günesi yermek, iki gözüm de kör, karanlık ve çipil diye kendini yermektir.
Alemde muradına ermis günese haset eden kisiyi bagısla sen.
Bir adam günesi örtebilir, gözlerden gizleyebilir mi? Onun tazeligini pörsütür onu soldurabilir mi?
Yahut haddi sonu olmayan nurunu eksiltebilir mi?
Yahut da onu mertebesinden indirebilir mi?
Ululara haset edene o haset ebedi bir ölümdür.
15 Senin kadrin, rütbense akılların anlayacagı dereceyi çoktan geçti. Akıl, seni anlatmada sasırdı, aciz kaldı.
Gerçi bu akıl, anlatmada aciz oldu ama yine de acizcesine anlatması gerek.
Çünkü hepsi anlasılmayan bir sey bilin ki atılıvermez.
Bulutunun tufanını içemezsen su içmeyi nasıl terk edersin?
Sırrı atıp ortaya koyamazsan kabuklarını anlat, onunla anlayısları tazele!
20 Sözler sana göre kabuklardan ibarettir ama baska anlayıslara göre tamamıyla içtir.
Gök arsa göre asagıdadır ama bu bir yıgın topraga göre pek yücedir.
Seni kaybettiklerinden, fırsatı kaçırdıklarından dolayı hasrete düsmeden ben onlara seni öveyim de yol bulsunlar.
Sen Allah nurusun. Canı, Allah’ya kuvvetle çeker durursun. Halksa vehim ve süphe karanlıklarındadır.
Bu güzelim nurun, su gözsüzlere sürme çekmesi için sart, o nuru ululamaktır.
25 Delik kulaklı istidat sahibi, nuru bulur. Çünkü o fare gibi karanlıga asık degildir.
Geceleri dönüp dolasan çipiller, nasıl olur da iman mesalesini tavaf edebilirler?
Müskül ve ince nükteler din nuruna ulasmamıs, karanlıkta kalmıs kisilere, tabii bir bagdır.
Böyle adam kendi hünerini örmek, bezemek için günese göz açamaz.
Hurma gibi göklere dal budak salamaz da köstebek gibi yeri delik desik eder.
30 8nsan için, iç sıkıcı dört sey vardır; bu dört sey aklın çarmıhı kesilmistir.
KES8LES8 KUSLAR
“Dört kus al, onları yanına topla” ayetinin tefsiri”
Ey idraki günese benzeyen, sen vaktin Halil’isin. Bu yol kesen dört kusu öldür!
Çünkü bunların her biri de karga gibi akıllıların akıl gözlerini oyar, çıkarır.
Tene ait dört huy, Halil’in kuslarına benzer. Onları kesmek cana yol açar.
Ey Halil, iyiden kötüden kurtulmak için kes onların baslarını da ayaklar setten kurtulsun.
35 Kül, sensin, hepsi de senin cüzülerindir. Çöz ayaklarını, onların ayakları senin ayakların demektir.
Alem, senin yüzünden ruhların uçtugu, toplandıgı bir yer haline gelir; bir atlı, yüzlerce orduya dayanç olur.
Çünkü bu ten dört huyun duragıdır, o huyların adları, dört fitneci kustur.
Halkın ebedi olarak diriligini istersen bu dört som ve kötü kusun baslarını kes.
Sonra da onları bir baska çesit dirilt de artık onlardan bir zarar gelmesin.
40 Dört yol kesen manevi kus, halkın gönlünü yurt edinmistir.
Bütün gönüllere emir olursan, ey kisi, bu zamanda Allah halifesi sensin.
Bu dört diri kusun kes baslarını da ebedi olmayan halkı ebedilestir!
Bu kuslar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur.
Kaz hırstır, horoz sehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dilege.
45 Kuzgunun dilegi, ebedi olmak, yahut uzun bir ömre kavusmaktır, bunu umar durur.
Hırs kazı, kuru yas ne bulursa yere gömer.
Bir an bile kursagı durmaz Allah buyrugundan yalnız “Yeyin” hükmünü duymustur.
Yagmacıya benzer, evini kazar, çabuk çabuk dagarcıgını doldurmaya bakar.
8yi kötü ne olursa dagarcıgına tıkar. 8nci tanelerini de oraya tıkıstırır, nohut tanelerini de.
50 Baska bir düsman gelip de çuvalına kuru yas, ne bulursa doldurmasın der.
Vakit dardır, fırsat geçmekte. O da bundan korkarak durmaksızın eline ne geçerse çabucak koltuklar.
Baska bir düsman getirmez diye efendisine güveni yoktur.
Fakat iman sahibi o yasayısa güvenir, bu yüzden de yavas yavas, durup dinlenerek yagma eder.
Padisahın düsmanı nasıl kahrettigini bilir. Bu yüzden fırsatı kaçırmayacagına da emindir, düsmanın gelmeyecegine de
inanmıstır.
55 Baska kapı yoldaslarının ona çullanmayacagını, onun derip devsirdigini kapısmayacaklarını bilir, emindir.
Padisahın adaletini bilir, kulların nasıl zaptettigini , kimsenin kimseye nasıl sitemde bulunmadıgını görmüstür.
Hasılı acele etmez, sakindir, nasibini kaçırmayacagına emindir.
Bu yüzden sabreder gözü toktur, eline geçeni baskalarına ihsan eder, yeni yakası temizdir.
Çünkü yavaslık Allah ısıgıdır. O çabukluksa seytanın dürtmesinden meydana gelir.
60 Zira Seytan onu yoksulluklarla korkutur, sabır beygirini sinirlenip öldürür.
Kur’an dan duy, Seytan, seni siddetli yoksullukla tehdit eder ürkütür.
Bu suretle sen de ona uyar, aceleyle pis seyleri yer, pis yerleri elde edersin. Ne adamlıgın kalır, ne sabrın, ne sevap düsüncen!
Hasılı kafir yedi karınla yemek yer, dini ve gönlü arıktır ama karnı büyük!
8NANANIN KAF8RDEN FARKI
Allah Rahmet etsin, Mustafa’nın su “Kafir yedi barsakla yemek yer, inanan
bir barsakla” hadisini söylemesindeki sebep
Kafirler, Peygambere konuk oldular. Aksam vakti mescide geldiler.
65 Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padisah, biz sana konuk geldik.
Azıgımız yok uzaktan gelmisiz. Hemencecik basımıza rahmet ve nur saç dediler.
Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylasın. Çünkü siz benimle benim huyumla dolusunuz.
Her askerin bedeni padisahla doludur. Padisahın mevki ve rütbesine düsman olanlara bu yüzden kılıç vururlar.
Sen padisahın kızgınlıgı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeslere niye kızasın ki?
70 Bir kardese, padisahın kızgınlıgının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü vuruyorsun.
Padisah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler ırmaga benzerler.
Padisahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar.
Çünkü halk, padisahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padisahı böyle buyurmustur.
Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemis biri vardı.
75 Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o da mescitte kalakaldı.
O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı.
Keçiler yemek zamanı, sagılmak üzere eve gelmislerdi. O kıtlık babası Oguz oglu Uc, ekmegi de yedi, yemegi de. O yedi
keçinin sütünü de sildi süpürdü.
Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.
80 O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız basına on sekiz adamın yiyecegini yedi bitirdi.
Yatacagı zaman odaya girdi. Halayık da kızgınlıkla kapıyı kapadı.
Dısarıdan zincirini sürdü, bagladı. Ona pek kızmıs ondan pek dertlenmisti.
Kafirin gece yarısı, yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya basladı.
Yatagından kalkıp kapıya kostu, elini atınca kapıyı kapalı buldu.
85 O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere basvurduysa da kapıyı açamadı.
8yice sıkıstı oda dardı. Sasırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir hile.
Nihayet bir hileye basvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçistirmeye savastı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.
Hatırında virane vardı ondan dolayı da rüyada onu gördü.
Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen isini beceriverdi.
90 Uyanınca bir de baktı ki yatak pislik içinde. Derdinden deliye döndü.
Bu çesit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa costu, köpürdü.
Uykum uyanıklıgımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi.
Kafir, mezarın dibinde nasıl bagırırsa o da öylece keske geberseydim demeye koyuldu.
Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye basladı.
95 Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı.
Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.
8BADETLER8N TANIKLIGI
Mustafa aleyhisselam’ın, oda kapısını açması ve konugun, onu görüp utanmaması, diledigi gibi dısarı çıkması için kendisini
gizlemesi
Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmıs kisiye yol gösterdi.
Mustafa , o belalara ugrayan utanmasın diye gizlendi.
Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dısarı çıksın diyordu.
100 Ya bir seyin ardında gizlendi, yahut da Allah etegi Mustafa’yı ondan gizledi.
Allah boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Allah perdesini, bakanın önüne örüverir.
Bu suretle düsmanını kendi yanındayken bile göstermez. Allah kudreti, bundan da artık, bundan da üstün.
Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı,
Ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düsmesine mani olmaktaydı.
105 Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi.
Nice düsmanlıklar vardır ki dostluga çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki yapılmaya döner.
Bir herzevekil, o pis yatagı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
Ve gör hele, konugun bu isi islemis dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
Getir o ibrigi dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.
110 Herkes “Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimiz de.
Sen bırak bu pisligi biz yıkayalım. Bu is, el isidir, gönül isi degil.
Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Allah’nın and içtigi zat, Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu.
Biz sana hizmet için yasıyoruz, sen hizmet etmeye kalkısırsan biz ne oluruz? “ dedi.
Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat simdi bunu ben yıkayacagım. Bunu bizzat yıkamamda bir hikmet var.”
115 Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir çıksın diye beklemeye koyuldular.
Peygamber o pisligi, bilhassa Allah buyrugu ile adamakıllı yıkamakta idi, riya ile degil.
Çünkü, gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.
Mustafa, onun pis yatagını eliyle yıkarken o konugun geri dönmesi, utanıp elbisesini yırtarak kendisine ve haline aglamaya
baslaması ve bunun sebebi
O kafircigin bir armagan heykeli vardı. Onu kaybolmus görünce kararı kalmadı.
Dedi ki gece kaldıgım odadadır haberim olmadan orada bıraktım.
120 Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır küçücük bir sey degil.
Heykelin ardına düsüp kosa kosa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.
Gördü ama Allah eli bizzat o pisligi yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kafir bunu da gördü.
Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coskunluktur bas gösterdi, yakasını yırttı.
8ki elini yüzüne, basına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
125 Bir halde ki burnundan, basından kanlar revan olmaya basladı. O ulu Peygamber, ona acıdı.
Naralar atıyordu. Halk basına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
Ey akılsız kafa diye basına vuruyor, ey nursuz gögüs diye gögsünü dövüyordu.
Ey yeryüzünün küllü, senden su asagılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
Sen küllü oldugun halde O’nun emrine bas egiyorsun da ben cüzü oldugum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
130 Sen kül iken Allah’ya karsı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor:
Her an yüzünü göge kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
Yatıstırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
Bulut aglamadıkça yesillik nasıl güler? Çocuk aglamadıkça süt nasıl cosar?
135 Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Aglayayım da esirgeyen dadı gelip yetissin der.
Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen aglamadıkça bedavaca sütü az verir.
Kulak ver, “Çok aglayın” dedi. Aglayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın.
Dünyanın diregi bulutun aglamasıdır, günesin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
Günesin hararetiyle bulutun gözyası olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelisirdi?
140 Bu hararetle bu aglayıs, temel olmasaydı su dört mevsim nasıl mamur olurdu?
Günesin hararetiyle alem bulutunun aglaması, nasıl cihanın agzının tadını getiriyor, nasıl alemi hos bir hale sokuyorsa,
Sen de akıl günesini yak, gözünü göz yasları saçan bir bulut haline getir.
Küçük çocuk gibi sana da aglayan bir göz gerek. O ekmegi az ye ekmek senin serefini giderdi.
Ten, gece gündüz onunla gelisir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düser.
145 Beden azıgı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çogaltmak gerek.
“Allah’ya borç verin.” Sen de bu ten agzından borç ver de karsılıgında gönlünde yesillikler bitsin.
Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmedigi” yüz görünsün.
Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.
Böyle adam su pislikten kurtulur, temizlige ulasır, bedeni, “Allah sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulasır.
150 Fakat Seytan, “Sakın sakın bundan pisman olur hüzne düsersin.
Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pisman olur derde düsersin.
Sunu ye hararet verir, mizaca devadır; sunu da faydalanmak için iç, ilaçtır.
Hem de su niyete düs. Bu beden binektir, neye alıstıysa vermek, daha dogru bir istir.
Sakın açlıga alısma; sıhhatin bozulur, beyninde, kalbinde yüzlerce illet meydana gelir” der.
155 O alçak Seytan, bu çesit tehditlerle gelir, halka yüzlerce afsun okur.
Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü aldatmak için yapar.
“Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Adem’e de bugday için böyle demisti ya!
Heyheylerle, heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır.
Asagılık tas lal göstermek için at nallanırken dudaklarını kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp,
160 Atın kulagından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca çeker.
Süphe etme ki ayagına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala kalırsın.
Onun nalı seni iki is arasında tereddüde düsürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını basına alda kendine gel.
Peygamber’in seçtigi isi yap, deliyle çocugun yaptıgını yapma.
“Cennet çevrilmistir.” Neyle çevrilmistir? “8nsanın istemedigi, hoslanmadıgı seylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çogalır, gelisir.
165 Seytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor.
8nsan akar su olsa baglar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların isi danısmakladır” ayetini oku ona göre is yap!
Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle aglayıp inliyen, ümitsizlik atesiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıstırıp
ona iltifatta bulunması
Bu sözün sonu yoktur. Arap o padisahın lütfuna sasırıp kaldı.
Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
170 Bu yana gel dedi, bir kisi agır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi.
Mustafa bu yana gel, bu isi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok isler var dedi.
Yüzüne su serpti, ey Allah sehidi, dedi, dile gel sahadet getir.
Ben de sehit olayım da dısarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
Biz takdir kadısının su dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
175 Biz bela dedik sınama yönünden isimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir.
Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz sahit olmak için gelmedik mi?
Ey sahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O sahadeti ver de kurtul!
Seni buraya sunun için çagırdılar ki inat etmiyesin, o sahadette bulunasın.
Halbuki sen, inadından su daracık yerde oturmus, elini baglamıs, dudagını yummussun.
180 Ey tanık, sen bu sahadette bulunmadıkça su dehlizden nasıl kurtulabilirsin?
8s bir anda biter, yap, bitir. Kısa isi kendine uzatma.
8ster yüzyılda ister bir anda olsun; su emaneti ver de kurtul!
8BADETLER8N TANIKLIGI
Dısta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
Bu namaz, oruç ve savas da inanısa tanıktır.
Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
185 8hsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size dogru bir özle inandık demektir.
Hediyeler armaganlar, sunulan seyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
Kimi bir mal veya afsun için çalısır, ugrasırsa bu ne demektir? 8çimde bir gevherim var demektir;
Allah’dan çekinmemden, yahut cömertligimden bir gevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de sahittir.
Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulasmasına artık imkan yok.
190 Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar?
Fakat bu isleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’nın adalet mahkemesine kabul edilmez.
Avcı tane saçar ama acımasından degil, avlanmak için.
Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
Bu egrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıstır. Bu kötü kisi, cömert kisilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıstır.
195 Fakat Allah’nın lütuf ve ihsanı, o egri islerle bulunmakla beraber nihayet onu, hepsinden de arıtır.
Rahmeti o kötülügü asmıs, ayın on dördüne bile vermedigi ısıgı vermistir.
Allah onun çalısmasını bu kötülükle karısmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan arıtır.
Bu suretle de Allah’nın yarlıgayıcılıgı meydana çıkar; bu migfer, kulun kelligini örter.
Yagmur pis seyleri arıtmak için gökten yagar.
Suyun bütün pislikleri temizlemesi, ulu Allah’nın da suyu pislikten arıtması, hasılı ulu Allah’nın kötülüklerden arı, noksanlardan
münezzeh olusu
200 Su durdu mu pislenir. Pislenince de duygu ondan igrenir, onu istemez.
Allah yine onu dogruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden onu yıkar, arıtır.
Ertesi yıl etegini sürüyerek gelir. Hey, neredesin? Dense “Hoslar denizindeyim.
Ben burada pislendim, gittim. Temiz geldim. Elbiseler giyindim, topraga ulastım.
Ey kirliler, pisler, bana gelin. Çünkü, ben Allah huyu ile huylandım.
205 Bütün kirliliginizi kabul ederim, melek gibi, seytana bile temizlik bagıslarım.
Pislenince yine oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.
Kirli hırkamı orada basımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise verir.
Onun isi budur, benim isim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler” der.
Bizim bu pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi?
210 Su, birisinden altın keseleri çalmıs, nerede bir müflis diye her tarafa kosan birine benzer.
Yahut bitmis otlara dökülür; yahut bir yüzü yunmamısın yüzünü yıkar.
Yahut da denizlerde elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi basında tasır.
Onda yüz binlerce ilaç gizli. Çünkü her ilaç oldugu gibi ondan yetisir gelisir.
Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczane gibi olan suda yürür durur.
215 Yeryüzü yetimlerini o besler, kuruyup kalmıs kisileri o yürütür.
Fakat mayası bitti mi bunalır, yeryüzünde bizim gibi sasırır kalır.
Suyun bulandıktan sonra ulu Allah’dan yardım dilemesi
8çten feryada baslar; Yarabbi, bana ne verdiysen verdim, yoksul kaldım.
Sermayemi temize pise döktüm sarf ettim. Ey sermaye veren, daha yok mu?
Allah buluta onu iyi bir yere götür der. Günese de ey günes der onu yukarıya çek!
220 Onu türlü türlü yollara sürer, nihayet ucu bucagı olmayan denize ulastırır.
Bu sudan maksat velilerin canıdır. O can, sizin kirliliklerinizi iyiden iyiye yıkar, arıtır.
Yeryüzündekilerin hıyanetliklerinden bunaldı mı yine arsa, temizlik bagıslayana gider.
Yine o taraftan etegini çeke çeke gelir, o okyanusun temizliklerinden yeryüzündekilere ders vermeye kosar.
Halkla karısmadan yoruldu mu o sefer “ey Bilal, sesinle bize bir huzur ver, bir istirahat ver.”
225 Ey güzel sesli Bilal ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der.
Can sefere gitti beden kıyamda. Bu yüzden namaz bitince selam verilir iste.
Herkesi teyemmüm kurtarır, kıble arayanları aramaktan vaz geçirir, kıbleyi gösterir.
Bu misal getirme söz arasında bir vasıtadır. Herkesin anlaması için vasıta sarttır.
Bir delile baglanmadan kurtulmus olan semenderden baska kim, vasıtasız atese girebilir?
230 Tabiatını atesle hos bir hale getirmen için vasıtan hamamdır.
Halil gibi atese giremeyeceginden hamam sana elçi oldu, su da delil.
Doymak Allahdandır ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?
Lütuf Allahdandır ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o lütfu bulamaz.
Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın nurunu yeninden yakasından görür, bulur.
235 Bu hünerler de, suyun gönlünün Allah lütfu ile dopdolu olduguna tanıktır.
Dısarıdan görünen is ve sözün içe ve içteki nura tanıklıgı
8s ve söz, için tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla.
Sırrın, onun içine giremiyorsa hastanın sidigine bak.
8sle söz, hastaların sidigine benzer, beden doktoruna bu bir delildir.
Halbuki ruh doktoru, canına girer de can yolundan imanına kadar varır.
240 Onların güzel söze, güzel ise ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin casusudurlar.
Bu söz ve is tanıklarını, dere gibi henüz ulasmamıslarda ara!
Nurlu adamın nuru, o bir is yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık verir. “Arifin sırrı, sözüyle ve isiyle
meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden ve hiçbir is yapmadan halka görünür meydana çıkar. Nitekim günes dogup
yükselince
horoz sesine, müezzinin haber vermesine ve diger alametlere hacet yoktur, bir is ve söz olmasa da günesin nur günese
tanıklık verir.”
Fakat haddi asan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmustur.
Güzellige görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, basla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırıs bile etmez.
O incinin nuru dısa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmustur.
245 Artık ondan is ve söz tanıgı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıstır.
8ster söz olsun, ister is ister baska sey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak degil mi?
Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
Altının mihenkte bıraktıgı iz kalmaz, fakat süphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
Bu namaz, bu savas ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır.
250 Can böyle isler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü;
8nanısım dogrudur. 8ste tanıgım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar süphelidir.
Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye baglıdır.
Sözü dogru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da ise ait tanıkta.
Söz tanıgı egri söylerse reddedilir, is tanıgı da egri yürür, kosarsa yine reddedilir.
255 Sözde ve iste bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin.
“Çalısmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
Peki sözleri birbirine uymayan sahidi kim dinler? Meger ki Allah kendi lütfu ile bir hilim göstere.
Söz ve is, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
Tanıgın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
260 A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!..
Mustafa aleyhisselam’ın konuguna sahadeti arzetmesi
Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
O kutlu sahadet baglanmıs dügümleri çözdü.
8mana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konugumuz ol.
Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konugunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
265 Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın basında, o alem de.
Bu seçilmis sofradan baska bir sofra seçen kisinin bogazını, nihayet kemik yırtar deler.
Kim senin sofrandan baska bir sofraya giderse bil ki Seytan, onunla bir kâseden yemek yer.
Kim senin komsulugundan kaçarsa süphe yok ki Seytan, ona komsu olur.
Kim sensiz uzak bir yola giderse Seytan onula yoldas olur, onunla bir sofraya oturur.
270 Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Seytan da ona arkadas olur.
Nazlı karısı ondan bir çocuk dogursa Seytan onun soyundan ona ortak kesilir.
Allah Kur’anda “Ey Mümin, Seytana kafirlerin mallarında, evlatlarında ortak ol” buyurmustur.
Peygamber bunu Ali’ye deger biçilmez sözleri arasında açıkça söylemistir.
Konuk dedi ki: “Ey Allah elçisi, bulutsuz bir günes gibi peygamberligi sen tamamladın, apaydın bir hale koydun.
275 Senin bu yaptıgını iki yüz ana yapamaz. 8sa bile bunu Azer’e yapmadı.
Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu.
Azer de dirildi ama o anda yine öldü.
Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sagılan sütün yarısını ancak yiyebildi, agzını silip çekildi.
Peygamber süt iç, yufka ekmegi ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi, riyasız doydum.
Bu, ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade doydum.
280 Bütün ev halkı sastılar. Bu kandil, su bir kara zeytin yagı ile nasıl doldu diye hayretlere düstüler.
Bir ebabil kusunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler.
Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sinegin yiyecegini yiyor diye fısıldasmaya basladılar.
Kafirligin hırs ve vehmi bas asagı düstü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu.
Kafirligin aç gözlülügü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti gelistirdi.
285 Öküz açlıgı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü.
Cennet meyvesi, bedenine kostu, ulastı. Cehennem gibi olan midesi, yatıstı rahatladı.
Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kisi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.
ÖLÜYÜ D8R8LTEN YEMEK
”Seytanın, benim elimdem müslüman oldu” hadisine göre can gıdası olan nur, ruha es ve dost olmak için velilerin cisimlerine
gıda olur.
Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yedigi bir gıdadır; fakat ogul, cismin de ondan nasibi vardır.
Seytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Seytanım Müslüman olmustur buyurmazdı.
290 Ölüyü dirilten o yemekten Seytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur?
Seytan dünyaya asıktır. Kördür, sagırdır. Bir askı baska bir ask giderebilir.
Yakıynin gizli evinde yer, içerse yavas yavas ask pılı pırtısını oraya çeker götürür.
Ey karnına haris olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyecegini degistirmedir.
Ey kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı degistirmeden ibarettir.
295 Ey yemege rehin düsüp hapiste kalan, sütten kesilmeye tahammül edersen yakında kurtulursun.
Açlıkta bir çok yemekler var. Onları ara, onları dile ey onlardan nefret eden.
Nurla gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı meleklere uy.
Melek gibi Allahyı tesbih etmeyi kendine gıda yap da melekler gibi ezadan kurtul.
Cebrail murdar seylere hiç bakmamakta, onların etrafında dönüp dolasmamakta. Böyle oldugu halde kuvvet bakımından
herkes den asagı mıdır ki?
300 Allah aleme ne de hos, ne de güzel bir sofra yaymıstır. Fakat o sofra, asagılık kisilerin gözlerinden pek gizlidir.
Alem nimetlerle dolu bir bag olsa fare ve yılan yine toprak yer.
Ten ehlinin ruh gıdasını inkar ederek adi yemege titremeleri
8ster kıs olsun ister bahar, onların gıdası topraktır. Fakat sen varlıgın beyisin, nasıl olur da yılan gibi toprak yersin?
Tahtanın içindeki kurt, kimin böyle güzel helvası var der.
Bok böcegi, bok içinde yasar ve alemde pislikten baska bir meze bilmez.
Münacat
305 Ey esi, benzeri olamayan Allah, mademki bu sözü kulagımıza küpe yaptın, ihsanda bulun, bu sözleri bol bol saç!
Kulagımızı tut, bizi o sarhosların halis sarabını içtikleri meclise çek, oraya götür.
Madem ki bize bundan bir koku duyurdun, ey din Allahsı o tulumun agzını kapama.
Ey kendisine sıgınılan Allah, ey kendisinden imdat istenen Rab, esirgeme, ihsan et de erkek, kadın herkes, senin sarabından
içsin!
Ey duaları duadan önce duyan, muratları istenmeden veren Allah, gönüle her an yüzlerce kapı açarsın.
310 Birkaç harftir yazdın. Taslar bile o harflerin sevgisiyle eridi muma döndü.
Yüzlerce akla, fikre fitne olarak kas nununu, göz sadını, kulak cimini yazdın.
Akıl o harfler yüzünden ince eleyip sık dokumaya koyuldu. Ey yazısı güzel edip, bunları boz!
Yokluga, her düsünceye göre an be an güzel bir hayal naksetme;
Hayal levhine göz, yanak, yüz ve ben gibi görülmemis harfler yazmaktasın.
Halbuki ben, yokluga asıgım, vara bakıp sarhos olmam. Çünkü yokluk sevgilisi, bence daha vefalıdır.
315 Allah akıla o sekilleri okuttu, bu suretle onun tedbirlerden vazgeçip Allahsını dilemesini diledi.
Levhi mahfuz ve herkesin, günlük nasibi ne kadarsa o levihten o kadarına akıl erdirmesi, Cebrail aleyhisselam’ın her gün o
levihten bir sey anlamasına benzer
Akıl, her sabah melek gibi o Levhi Mahfuz’dan bir ders alır.
Yoklugu parmaksız olarak yazılmıs yazılara bak; dünyaya dalanlar, o yazıların karartısına sasırıp kalmıslar.
Herkes bir hayale kapılmıs, bir bucagı esmede. Biri bir define bulmak için bir bucagı kazmada;
320 Biri bir hayal pesine düsmüs, azamet sahibi oldugu halde daglardaki madenlere yüz çevirmis;
Öbürü, bir hayale düsmüs, sıkıntılı ugrasmalarla, didismelerle inci çıkarmak için denize yönelmis;
Bir baskası papaz olmak için kiliseye kapanmıs, bir baskası da hırs içinde ekine tarlaya düsmüs!
O yol kesen, kurtuldugunu hayal etmis, bu ise hayalince bir hastaya merhem olmus.
Biri peri çagırmaya koyulmus, gönlünü aklını kaybetmis, öbürü, yıldız bilgisine kapılıp nalını yıldızın üstüne koymus.
325 Bu gidisler, içteki renk renk hayaller yüzünden dısarıda da birbirine aykırı görünür.
Bu ona bakıp ne yapıyor, ne is isliyor diye hayrette. Bu saraptan her tadan kisi, öbürünün yaptıgını bos bulmada.
O hayaller birbirine aykırı olamasaydı görünen gidisler, nasıl olur da birbirine zıt olur, zıt görünürdü?
Hepsi de can kıblesini kaybetmislerdir de onun için herkes, bir yana yüz çevirmistir.
Birbirine aykırı gidisler ve çesitli didinisler, karanlıkta kıblenin ne tarafta oldugunu arayanların haline ve denizin dibinde inci
arayan dalgıçların durumuna benzer
Nitekim bir bölük halk da kıble nerede diye ararlar, bir hayale kapılıp her yana döner dururlar.
330 Sabah olup ta Kâbe yüz gösterdi mi kimin yol yitirdigi anlasılır.
Yahut da dalgıçlar gibi hani. Hepsi denize dalar, herkes, denizin dibinde eline ne geçerse aceleyle devsirir.
Degerli inci ümidiyle sunu bunu torbalarına doldururlar.
O koca denizin dibinden çıktılar mı iri degerli inci kimdeyse meydana çıkar.
Öbürünün küçük inci, daha öbürünün de kırık tas parçaları ve boncuk buldugu anlasılır.
335 8ste onları uykularından uyaracak olan, kahredici ve kötülükleri açıga vurucu bulunan kıyamette buna benzer.
Her bölük pervaneler gibi alemde bir mumun etrafında dönüp dolasır.
Kendilerini bir atese vururlar ama hakikatte kendi mumlarının çevresinde dolanmaktadırlar.
Alevinden agacın daha ziyade yeserdigi bahtı yaver Musa’nın atesini umarlar.
Her sürü o atesin ihsanını duymustur; herkes her kıvılcımı o ates sanır.
340 Fakat sabah çagı, ebedilik nuru dogdu mu her biri, etrafında döndügü nurun ne biçim bir mum oldugunu görür.
Kim o zafer mumu ile kanadını yakmıs ise o mum, ona seksen tane kanat bagıslar.
Nice pervaneler iki gözlerini yummuslardır da kötü bir muma atılmıslardır, kanatlarını yakıp onun altına düse kalmıslardır.
Pismanlıkla, hararetle çırpınıp dururlar. Gözlerinin bagı olmasına, böylece
bir havaya körcesine düsmelerine ah ederler.
Mum da ben yandım, seni yanmadan, cefa ve elemden nasıl kurtarabilirdim? der.
345 Mum da aglaya aglaya der ki: Benim bile basım yandı, artık baskasını nasıl aydınlatabilirim?
“Ey hasret, hazır ol o kullara ki” ayetinin tefsiri
O “Senin ahvaline baktım da gururlandım, halini geç gördüm” der.
Mum sönmüs, sarap bitmis, sevgili de bizim egri görüsümüzden utanmıs, dalgalara batmıs, gömülmüstür.
Faydalar, ziyanın ve helakin ta kendisi olmustur. Artık, körlükten Allahya sikayet et dur.
Halbuki ne güzeldir inanılır müslüman, iman sahibi ve ibadet edip duran kardeslerin ruhları.
350 Herkes bir yana yüz tutmustur. O azizlerse hiç yanda olmayana yüz çevirmislerdir.
Her güvercin bir yana uçmustur, bu güvercinse cihetsizlik tarafına!
Biz ne hava kuslarıyız, ne ev kusları. Bizim yemimiz yemsizlik yemidir.
Onun için rızkımız böyle bol bol gelmededir; çünkü, bizim elbise dikmemiz elbiseyi yırtmaktır!
YIRTIK CÜBBE
Fereciye önce fereci denmesinin sebebi
Sofinin biri bir iç sıkıntısına ugradı, cüppesinin önünü yırttı, ondan sonra ferahladı.
355 O yırtık cüppeye fereci (ferahlık) adını koydu. Bu lâkap, o kurtulmus adamdan sonra yayıldı.
Yayıldı ama safını seyh aldı, götürdü, halka tortudan ibaret olan adı kaldı.
Böylece her seyin bir saf ve tortusuz tarafı vardır, adını da tortu gibi aleme bırakmıstır.
Kim toprak yemeyi adet edinmisse tortuya yapısmıstır. Sofi ise hemencecik safın bulundugu tarafa gider.
Elbette tortunun bir safı vardır der ve gönül, bu delaletle saflıga varır, ulasır.
360 Tortu güçlüktür, safı da kolaylıgı. Saf, hurmaya benzer, tortu da hurma çaglasına.
Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidini kesme. Bu ölümden sonra hayata yol var.
Ogul ferahlamak istiyorsan cüppeni yırt da o saflıktan hemencecik bas çıkarsın.
Sofi saflıgı dileyen kisidir. Sofilik, sof elbiseyle, terzilikle, yavas yavas yürümekle olmaz.
Fakat bu alçak ve asagılık kisilerce sofuluk, terzilikten ve oglancılıktan ibarettir.
365 Fakat o saflık, o iyi ad, san hayaliyle bu renge bürünmek de iyidir ama,
O hayalle asla kadar gitmek sartıyla. Kat kat hayale tapanlar gibi degil.
Hayal, seni güzellik otagının çevresine sokulmaktan men eden gayret çavusudur.
O, her arayanın yolunu, yol yok, diye keser. Onun hayali geldi mi, sana, dur, der.
Ancak kulagı delik ve anlayıslı kisiyi durdurmaz. Çünkü o, Allah yardımı askerine sıgınmıs, o sayede cosup köpürmüstür.
370 O, ne hayallerden ürker, sıçrar, ne de padisahlık taslar. Padisahın nisane olarak verdigi oku gösterir, yoluna gider.
Allahm, bu saskın gönle bir ok bagısla, bu iki kat olmus yaylara bir ok ver.
Uluların içtikleri o gizli kadehten yeryüzüne bir yudumcuk saçtın.
Güzellerin saçlarında, yüzlerinde o bir yudumcuk sarabın nisanesi var. Padisahlar, bu yüzden topraktan meydana gelen
güzelleri yalar dururlar.
Gece gündüz yüzlerce gönülle o topraktan meydana gelen güzeli öpüp
durman, onda güzelligin bir zerresi bulundugundandır.
375 Seni, toprakla karısmıs bir yudumcuk güzellik sarabı böyle deli divane ediyor, artık onun safı neler yapmaz?
Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta. Halbuki o kerpiç, güzelligin bir yudumcuguna, bir zerrecigine
sahip.
Ayda, güneste, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik sarabı var. Arsta kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.
Ona bir yudum mu dersin, yoksa sasılacak bir sey bu kimya mı dersin? Ona bir sürtünmekle bu kadar güzellikler meydana
geliyor.
Ey akıllı kisi ona sürtünmeyi can ve gönülden dile. Fakat bu kimyaya “Ancak temiz olanlar dokunabilirler.”
380 Altında, lâ’lde, incilerde o güzellik sarabından bir yudumcuk var; sarapta, mezede, meyvede o saraptan bir yudumcuk!
Tertemiz güzellerin yüzlerinde de yine bir yudumcuk. Artık onun süzülmüs ve saf olanı nasıldır? Bir düsün!
Bu toprakla karısık bir yudumcuk sarabı yalayıp durmaktasın, onu topraga karısmamıs, saf bir halde görürsen ne hale
geleceksin?
Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf sarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormus!
385 Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki!
Ay, su bulut olmaksızın ısık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
Ne hostur o tatlılarla, sekerlerle dolu olan mutfak. Su padisahlar o mutfagı yalayıp dururlar.
Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan basak devsirir.
Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana gelmis bir çig tanesidir.
390 Elest sakisi, su asagılık ve çorak yeryüzünde bir yudumcuk saçmıstır da,
Toprak, o sebeple cosmustur; biz de o yüzden costuk. Allahm, pek isteksiz, pek tembel olduk, bir yudumcuk daha saç!
Caizse yokluktan feryat ediyor, yoklugu anlatmaya çalısıyorum. Caiz degilse iste sustum.
Bu, iki kat hırsı anlatmaydı ya... Halil’den ögren o hırs kazını kesmek gerek.
Kazada bundan baska daha bir çok hayır, ser var ama baska sözleri söyleyemem, vakit kalmaz diye ürküyorum.
TAVUS KUSU
Tavus kusunun tabiatı ve 8brahim aleyhisselam’ın onu kesmesindeki sebep
395 Simdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik.
Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı, hayırla serle avlamaktır.
Tuzak gibi av tutup durur. Tuzagın maksada ait ne bilgisi vardır?
Tuzagın, av tutmaktan ne zararı vardır, ne faydası; onun bu beyhude tutusuna sasarım iste ben.
Kardes, iki yüz güzelle bagdastın, dost oldun, sonra yine onları terk ettin.
400 Dogdugun günden beri isin bu. Sevgi tuzagıyla adam avlar durursun.
Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu baslık sevdasından el çek. Hiç bunlarla bir sey ördün, bu yüzden bir sey elde ettin mi?
Ömrünün çogu geçti, gün aksama yaklastı. Sense hala adam avlamaya koyulmussun.
Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir baskasını avla.
Derken bunu da bırak, baska birini ara... Bu iste tam hiçbir seyden haberi olmayan çocukların oynadıgı bir oyun!
405 Gece gelip çatar, tuzagında bir av bile yok. Tuzak sana, bir bas agrısından, bir bagdan baska bir sey degil.
Su halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düstün, maksada erisemedin, mahrum kaldın.
Hiç alemde bizim gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var mı?
Asagılık kisilerin tuzagına domuz tutulur. Sonsuz zahmet, sonra da onu yemek haram.
Avlamaya degen sey ancak asktır. Fakat oda öyle herkesin tuzagına düser mi ya?
410 Meger ki sen gelesin de ona av olasın... Meger ki sen, tuzagı bırakasın da onun tuzagına gidip düsesin.
Ask der ki: Ben yavas yavas çalısmasaydım; bana avlanmak av tutmadan yegdir.
Benim hayranım ol da övün. Günesi bırak da zerre ol!
Kapım da otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkısma, pervane ol.
Bu suretle dirilik sultanlıgını bulur, kullukta gizli olan padisahlıgı görürsün.
415 Alemde tersine çakılmıs nallar görür, esirlere padisah adı verildigini duyarsın.
Bogazına ipler takılmıs, kendisi dar agacının tacı olmustur da kalabalık bir halk güruhu, ona iste padisah derler.
Kafirlerin mezarları gibi dısı süslü, içinde ulu Allah’nın kahır ve azabı!
Onlar kabirleri kireçle örmüsler, bezemisler, zan perdesini yüzlerine örtmüslerdir.
Senin de yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmis, bezenmistir ama mumdan yapılan nahle benzer; ne yapragı vardır, ne meyva
verir!
Allahnın lütfunu ve kahrını herkes bilir, kahrından kaçar lütfuna yapısır ama ulu Allah kahırları lütuf içinde, lütufları da kahır
içinde gizlemistir. Bu tersine çakılmıs nal ve Allah’nın mekridir. Bu suretle isi ayırt edenler ve Allah’nın nurıyle bakıp görenler,
hali görenler ve görünüse aldananlardan ayrılır. Allah “hanginiz daha iyi is yapacak diye imtihan eder” buyurmustur.
420 Bir dervis bir dervise “Allah’yı nasıl gördün, söyle” dedi.
Dervis dedi: Neliksiz, niteliksiz gördüm. Fakat söze getirebilmek için onu kısa bir örnekle anlatayım.
Gördüm ki sol yanında bir ates, sag yanında da bir kevser ırmagı vardı.
Solunda cihanı yakıp yandıran müthis bir ates, sagında güzelim bir ırmak.
Bir kısım halk o atese el atmıs, bir kısım halkta o kevsere ulasacagından neseli ve sarhos.
425 Fakat bu, her kötü kisiyle her bahtı yaver olanı sasırtacak pek aykırı ve acayip bir oyundu.
Kim o atese, kıvılcıma atılıyorsa öbür yandaki sudan bas çıkarıyordu.
Kim suya atılıyorsa derhal kendisini ates içinde buluyordu.
Kim sag yana gidiyor, o güzelim suya dalıyorsa sol taraftaki ates içinden bas göstermedeydi.
Sol yandaki atese dalansa sag yandan çıkmaktaydı.
430 Bunun sırrını pek az kisi anlıyor, hasılı o atese pek az kisi atlıyordu.
Ancak basına devlet saçısı saçılan, suyu bırakıp atese kaçıyordu.
Halk eldeki hazır zevki mabut edinmistir. Hulâsa halk, bu oyunu kaybetmis, bu oyunda zarar girmistir.
Bölük, bölük saf, saf hırslarına uyanlar, atesten çekinmede, suya kaçmada.
Fakat suya dalan, atesten bas göstermede. Ey hakikatten haberi olmayan,
ibret al, ibret!
435 Ates, ey bön ahmaklar, ben ates degilim, makbul bir kaynagım.
A gözsüzler sizin gözünüzü baglamıslar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan kaçmayın.
Ey Halil burada ne kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen sey, ancak Nemrud’un büyüsü, hilesi demekteydi.
Sen de Halil gibi akıllıysan ates senin soyundur, sen bir pervanesin.
Pervanenin canı keske binlerce kanadım olsaydı da,
440 Mahrem olmayanların körlüklerine ragmen amansız bir surette ateslere yansaydı.
Bilgisiz kisi, esekliginden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi oldugumdan ona acırım diye bagırıp durur.
Hele su suların bile canı olan ates yok mu? Pervanenin isi bizim isimizin aksi.
O nur görür atese atılır, gönül de ates görür, nura dalar.
Ulu Allah’nın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları vardır.
445 Atese su seklini vermisler, atesin içinde de bir kaynaktır costurmuslardır.
Bir büyücü büyüsüyle bir topluluk içinde pirinçle dolu sahanı, akreplerle dolu gösterir.
Evi, büyüsü ve nefesiyle akreplerle dolmus gösterir ama onlar, sahici akrep degildir ki.
Büyücü bunun gibi yüzlerce hüner gösterdikten sonra artık düsün, büyücüyü yaratan, neler yapmaz?
Hasılı Allah büyüsü ile zaman, zaman nice kisiler, karı gibi alta yatmıslardır!
450 Büyücüler ona kuldur, köledir. Hepsi de yont kusu gibi tuzaga düsmüslerdir.
Kendine gel de dalgalara benzer hilelerin nasıl bas asagı oldugunu Kuran’ı okuyup anla, sihri halali gör.
Ben Firavun degilim ki Nil’e gideyim. Ben, Halil gibi atese giderim.
O ates degildir, duru bir sudur. Halbuki öbürü hileyle ates gibi bir su görünmededir.
8yi seyleri caiz gören o Peygamber, ne de güzel söyledi: Bir zerre aklın oruçtan da yegdir, namazdan da.
455 Çünkü, aklın cevherdir, bu ikisiyse araz. Bu ikisi, yani namaz ve oruç, onun
tam olmasıyla farz olur.
Bu suretle de o aynanın cilalanması, ibadetle gönlün arınması mümkün olur.
Fakat ayna aslından bozuksa onu cilalamak güçtür, zor cilalanır.
Cilalanabilecek seçilmis aynaysa az bir cila ile parlar, azıcık bir cila ona kafidir.
Mutezile, akıllar esasen birdir, buçukluk azlık, bilgiden, ugrasmadan ve sınamadan meydana gelir derler. Onların hilafına
olarak akılların, yaradılısta birbirine uygun olmaması
Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göge kadardır.
460 Akıl vardır günes gibi. Akıl vardır, zuhre yıldızından da asagıdır, yıldız akmasından da.
Akıl vardır, bir sarhos mumu gibi, akıl vardır, bir ates kıvılcımı gibi.
O günes gibi aklın önünden bulut kalktı mı Allah’nın nurunu gören akıllar faydalanırlar.
Aklı cüzi aklın adını kötüye çıkarmıstır. Dünya muradı insanı muratsız bir hale getirmistir.
O, bir avdan avcının güzelligini görmüstür. Bu avcılıga düsmüs, bu yüzden bir avın derdine ugramıstır.
465 O, hizmetle hizmet edilme nazına erismistir; bu, kendisine hizmet edilmeyi dilemis, yüce yolundan geri dönmüstür.
O Firavunlukta suya tutsak olmus, 8srailoglu, tutsaklık yüzünden yüzlerce Suhrab kuvvetini elde etmistir.
Bu aykırı bir oyundur, yaman bir ferzin-benttir. Hileye az basvur, devlet ve baht isidir bu.
Hayal ve hileyi az doku. Çünkü, gani Allah hileciye az yol gösterir.
Hile edeceksen iyi hizmet etme yolunda hile et de bir ümmet içinde peygamberlik elde edesin.
470 Hile et de kendi hilenden kurtul. Hile et de bedenden ayrıl tek kal!
Hile et de en asagı bir kul ol. Asagılıkla yürü de efendi kesil.
Ey koca kurt, tilkilige kalkısma, hile ve hizmetle efendilik etmeyi umma.
Fakat pervane gibi atese atıl, o atesi kesene doldurup agzını büzme, her
seyden kurtul.
Gücü kuvveti bırak, aglamaya giris. A yoksul, aglayısa acınır.
475 Susuz ve aciz kisini aglayısı mânevidir, dogrudur. Soguk,soguk aglayıssa, o azgının yalanından ibarettir.
Yusuf’un kardeslerinin aglamaları hileden ibarettir. çünkü, içleri hasetle, illetle doludur.
GÖZYASI BEDAVA
Köpegi açlıktan ölen ve dagarcıgı ekmekle dolu oldugu halde köpegine bir lokma bile vermeyip de ölümüne aglıyan, siirler
söyliyen, basına yüzüne vuran Arap
Arab’ın birinin köpegi ölmek üzereydi. Arap yagmur gibi gözyası dökmede, basıma ne dertler geldi demedeydi.
Bir dilenci geçiyordu. Dedi ki: Niye aglıyorsun? Kimin için feryat ve figan ediyorsun?
Arap bir köpegim vardı dedi, pek iyi huyluydu. 8ste suracıkta yol üstünde ölüyor.
480 Gündüz avcımdı, gece bekçim. Gözü pekti, avı hemen yakalardı. Hırsızı derhal kovardı.
Adam derdi ne yaralandı mı? Diye sordu. Arap, hayır dedi, açlık onu bu hale getirdi.
Adam, bu derde, bu mihnete sabret dedi, Allah, sabredenlere karsılık ihsanda bulunur.
Ondan sonra dedi ki: Ey hür kisi, elindeki su dolu dagarcıkta ne var?
Arap, dün aksamdan artan ekmegim, azıgım. Bedeni kuvvetlendirmek için tasımaktayım dedi.
485 Adam dedi ki: Neden o köpege ekmek yemek vermedin? Arap o kadar merhametim yok.
Yolda parasız ekmek ele geçmez. Fakat gözyası bedava dedi.
Adam, a havayla dolu kırba, toprak basına! Demek ki sence ekmek, gözyasından daha iyi ha?
Gözyası, kandır, dertle su haline gelir. Topraktan meydana gelen ekmek, beyhude kan dökmeye degmez dedi.
Arap, iblis gibi bütün vücudunu hor hakir bir hale getirmisti. Bu bütünün parçası, anacak asagılık ve bayagı bir seydir.
490 Ben varlıgını o ihsan ve cömertlik sahibinden baskasına satmayana kul,
köle olayım.
O aglarsa gökyüzü de aglar. O feryat ederse gökyüzü de Yarabbi demeye baslar.
Ben o himmet sahibi bakıra kul, köle olayım ki kimyadan baska bir seye egilmez.
Dua ederken Allah’ya sınık bir halde el kaldır. Allah’nın merhamet ve ihsanı, sınık kisiye dogru uçar.
Bu daracık kuyudan kurtulmak istiyorsan durmadan atese yüz çevir kardes.
495 Allah’nın hilesini gör, kendi hileni bırak. Ey hilesine karsı hilebazların
bile utanıp sasırdıkları Allahm!
Hilen Allah’nın hilesinde yok oldu mu kendine sasılacak bu pusu elde edersin.
Öyle bir pusu ki onun en asagı vasfı, ebediliktir. Oradan ebedi bir surette boyuna yücelir agarsın.
8nsana kendini görüp begenen kendi gözünden daha tehlikeli hiçbir kötü göz olamaz. Ancak gözü, Allah’nın nuru ile degismis
ve “Benimle duyar, benimle görür” sırrına ermis, varlıgı, varlıksız bir hale gelmisse o baska
Tavus kusu gibi kanadına bakma, ayagını gör ki kötü göz, sana bir pusu kurmasın.
Dag bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar. Kuran’da “Yüzlikunneke”yi oku da anla.
500 Dag gibi Ahmet bile yolda çamur ve yagmur yokken nazara ugradı da ayagı titremeye basladı.
Bu duraklama, sürçme, bu ayak titremesi de ne? Bu isin bos olmasına imkan yok diye hayrette kaldı.
Nihayet ayet geldi de, o hal sana kötü gözden eristi diye hikmetini bildirdi.
Allah eger senden baska biri olsaydı derhal yok olur, o nazara avlanır erir giderdi.
Fakat benim korumam, etegini çemreyip geldi de kurtuldun, yalnız bu titreyisin, bu sürçmen, bu sırrı sana bildirmek içindi
dedi.
505 8bret al da o dag gibi olan Peygambere bak... Ondan sonra a saman
çöpünden asagı olan adam, hünerini malını arz etme!
”Az kaldı kafirler, gözleriyle seni yere düsüreceklerdi” ayetinin tefsiri
Ey Allah peygamberi, o mecliste öyle adamlar vardır ki herkesin kuslarına bile nazar degdirir, onları bile öldürürler.
Nazarlarından kükreyen aslanın bile kellesi yarılır, inlemeye baslar.
Güçlü deveye nazarı ile ölüm degdirir, sonra arkasından köleyi,
Yürü bu devenin yagından satın al diye yollar. Köle deveyi sakatlanmıs görür.
510 Atla beraber kosan o deve sakatlanmıs bası kesilmistir.
Süphe yok ki hasetle, kötü gözle felegin dönüsünü, yürüyüsünü bile baska bir tarzda döndürürler.
Su gizlidir, fakat dolap meydanda. Fakat su esasen dönüp yürümededir.
Kötü gözün ilacı iyi gözdür. 8yi göz, kötü gözü ayagının altına alır, yok eder.
8lerisi gidis, rahmetin sıfatıdır, iyi göz de rahmettendir. Halbuki kötü göz, kahır ve lanetten meydana gelmedir.
515 Allah’nın rahmeti gazabından üstündür. Bunun içindir ki her peygamber, kendi zıddına üst olmus onu mat etmistir.
Çünkü, peygamber rahmetin neticesidir. Zıddı ise kötü yüzlüdür, kahır neticesidir.
Kazın hırsı birdir. Bunun hırsıysa tam elli kat fazladır. Sehvet hırsı yılandır, mevki hırsı ejderha.
Kaz hırsı, bogaz ve cima sehvetinden meydana gelir. Fakat bas olma hırsında bu sehvetlerin tam yirmi tanesi toplanmıstır.
Mevki sahibi, mevkii yüzünden Allahlıktan dem vurur. Allah ile ortak olmayı tamah eder, nasıl af edilebilir?
520 Adem’in isledigi küçücük kusur karın ve cima yüzünden oldu. Fakat iblisin suçu ululuktan ve mevki yüzündendi.
Hasılı Adem çabucak tövbe etti, halbuki o melun, tövbe etmeye tenezzül etmedi.
Bogaz ve cima hırsı da kötüdür. Fakat mevki hırsı olmadıkça yine de sınıklıdır.
Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkısırsam bir baska cilt lazımdır.
Arap serkes ata Seytan dedi, yazıda yayılan ata degil.
525 Seytanlık lügatta bas çekmedir. Bu sıfat lanete layıktır.
Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat bas olmak isteyen iki adam dünyaya sıgamaz.
O, dünya yüzünde bunun bulunmasını istemez. Hatta padisah padisahlıgıma ortak olur diye babasını bile öldürür.
Duymussundur ya saltanat kısırdır derler. Padisahlık davasında olan, korkusundan akrabalıgı filan hep keser, hepsinden
vazgeçer.
Çünkü, saltanat kısırdır, onun oglu yoktur. Ates gibi kimseyle dostlugu olamaz.
530 Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer.
Hiç ol da onun disinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!
Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders al.
Ululuk, ululuk ıssı Allah’nın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkısırsa vebale girer.
Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini asana!
535 Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Allah’ya ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı oldugunu
davaya kalkısırsın.
Hakimin birinin, gagasıyla güzelim kanatlarını yolup atan ve bedenini kel ve çirkin bir hale koyan tavus kusunu görüp hayretle
“Kendine acımıyor musun?” demesi, tavus kusunun “Acıyorum ama bence can, kanattan daha degerlidir. Bu kanatsa benim
can düsmanımdır” diye cevap vermesi
Bir tavus kusu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye çıkmıstı.
Onu görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl oluyor da kökünden yolup atıyorsun? Hiç acımıyor musun?
Bu süsü koparıp balçıga atmana gönlün nasıl razı oluyor?
Hafızlar o tüyleri begendiklerinden alıp mushafların arasına koyuyorlar.
540 Halk, havalanmak için tüylerinden yelpazeler yapıyorlar.
Bu ne nankörlük bu ne cüret! Bilmiyor musun ki nakkasın kim?
Yahut da biliyor da nazlanıyor; mahsustan o süsleri yoluyorsun.
Birçok naz vardır ki suç olur; kulu, padisahın gözünden düsürür.
Nazlanmak, sekerden tatlıdır ama az çigne, yüzlerce tehlikesi vardır.
545 Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak da o yola düs.
Nice nazlananlar vardır ki kol kanat çırpar ama nihayet o hal adama vebal olur.
Nazın güzelligi seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni eritir mahveder.
Bu yalvarısa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on dördü gibi bas köseye geçirir.
Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, dogru yolu bulur.
550 Diriden ölüye çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafına yönelir, ölüm tarafına dönüp dolasır.
Öl ki hiçbir seye ihtiyacı olmayan diri Allah, ölüden diri meydana getirsin. Allah, bu ölü bedenden meydana bir diri getirsin.
Kıs olursan baharın gelisini, gece kesilirsen gündüzün olusunu görürsün.
O kanatları yolma ki bir daha yerine yapısmaz. Ey güzel yüzlü, yasa düsüp yüzünü yırtma.
Kusluk günesine benzeyen o güzelim yüzü yırtmak, yanlıs bir istir.
555 Böyle bir yüzü tırnakla yaralamak kafirliktir. Ay bile onun ayrılıgı ile aglamada.
Yoksa yüzünü görmüyor musun? Bırak bu inatçılıgı, bırak bu düsünceyi!
Nefsi mutmainne’nin saflıgı ve temizligi, düsüncelerle bulanır. Nitekim aynanın yüzüne bir sey yazar, yahut bir sekil yaparsın,
sonra temizlesen de yine bir iz, bir noksan kalır.
Bedende Nefsi Mutmainne’nin yüzünü düsünce tırnakları yaralar.
Kötü düsünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinlestikçe can yüzünü tırmalar.
Müskül dügümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.
560 Ey isin sonuna varan dügümü çözülmüs say. Bu dügüm, bos keseye vurulmus kuvvetli ve çözülmez bir dügümdür.
Dügümleri açmakla ugrasa ugrasa kocaldın, baska birkaç dügümü de çözülmüs sayıver!
Asıl bogazımızdaki çözülmez dügüm sudur: Sen kendini bil, bakalım, asagılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?
Adamsan bu müskülü çöz. 8nsan nefsine sahipsen nefsini bu yolda sarf et.
Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.
565 Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulas.
Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın, duydugun seylerle geçip gitti.
Neticesiz ve tesirsiz olan her delil bos çıktı. Sen kendi neticene bak.
Yapanı ancak yapılan seylerle görebildin; iktirani kıyas’la kanaat ettin.
Filozof davasında delilleri çogaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.
570 Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin pesine düser, basını yakasının içine çeker.
Filozofa göre duman, atese delildir ama bizce dumansız olarak o atese atılmak daha hostur.
Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen su ates yok mu? O, bize dumandan daha yakındır.
Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana kosmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir istir, pek bahtsızlıktır.
Peygamber Aleyhisselam’ın “Müslümanlıkta papazlık yoktur” hadisi
Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savasmak için düsmanın bulunması sarttır.
575 Düsman olamadıkça savas imkanı yoktur. Sehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün degildir.
Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düsman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?
Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve temiz durmak, sehvetin zıddıdır.
Hava ve heves olmadıkça hava ve hevesten çekinin denmesi mümkün degildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!
“Yoksullara verin onları doyurun “ denmistir, su halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandıgın bir sey olmadıkça
harcayamazsın ki.
580 Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları doyurun” demistir ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku’
Yine böyle o padisah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz çeviresin.
“Yeyin” emri sehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “8sraf etmeyin” emriyse temizliktir.
Sehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
Sabretme ezasına ugramadıkça karsılıgında bir hayır ve mükafat elde edemezsin.
585 Ne hostur o sart ve ne sevinçli seydir o mükafat. O gönüller açan, canlara canlar katan mükafat!
Asıkın Allah’dan kazandıgı sevap da Allah’dır
Asıkların nesesi de odur, gamı da, hizmetlerine karsılık aldıkları ücret de.
Asık, sevgiliden baskasını seyre dalarsa bu, ask degildir, aslı yok bir sevdadır.
Ask, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden baska ne varsa hepsini yakar.
La kılıcı, Allah’dan baska ne varsa hepsini keser silip süpürür. Bir bak hele, La’dan sonra ne kalır?
590 8llallah kalır, hepsi gider. Neselen, sevin ey ikiligi yakıp yandıran siddetli ask!
Zaten evvelkiler de oydu, sonrakiler de. 8kilik ancak sası gözün bir görüsüdür, bunu böyle gör.
Ne sasılacak sey! Hiç onun aksinden baska bir güzel olur mu? Beden, ancak canla hareket edebilir.
Canı olmayan bedeni istersen yagla, balla beslemeye kalk, yine beyhudedir.
Bunu, bir güncegiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi alan, o sarabı içen bilir.
595 Fakat gözü, o yüzleri göremeyene su duman, can görünür. Abdülaziz oglu Ömer’i görmediginden Haccac onca adalet
sahibidir.
O, Musa’nın ejderhasını görmemistir de büyücülerin iplerinde can var sanır.
Arı duru suyu içmeyen kus, kara su içinde kanat çırpıp durur.
Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya baslanır.
600 Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmistir.
Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed seker hanesinde sükreder durursun.
Dersin ki: Sanki orada toprak elemisim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormusum.
Keske bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemis sayılır. 8yiyse
iyilige ulasmaya acele eder, kötüyse kötülügünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri
8ste onun için o her seyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,
605 Öldügünden, göçtügünden dolayı hasrete düsmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiginden hasrete düser.
Ölen keske maksadıma bundan önce erisseydim diye diler.
Kötüyse, önce ölseydi kötülügü daha az olurdu. 8yiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
Kötü, haberim yokmus, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormusum.
Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmustur.
610 Hırsa düsüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp asagılanma yüzünü az incit.
Hasisliginden cömertlik yüzünü, Seytanlıgından secdenin güzelim cemalini az parala.
O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
Tavus kusu, bu ögüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari aglamaya koyuldu.
O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düsürdü.
615 Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pisman bir halde aglamalı oldu.
Neden bosbogazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymus, ben onu büsbütün costurdum diyordu.
Gözlerinden akan yaslar topraga damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
Dogru ve özden aglayıs, canlara dokunur, felegi ve arsı bile aglatır. Akıl ve gönüller, süphe yok ki arsa mensuptur, hicap içinde
olarak ars nurundan dogarlar.
Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
620 Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar.
Asagılık sehvet alemine düstüler de suçları yüzünden bu kuyuda baglana kaldılar.
8yilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan seyleri bu iki melekten ögrenirler.
Fakat önce kendine gel, büyüyü ögrenme vazgeç bu sevdadan.
Biz bu büyüyü seni belaya ugratmak ve sınamak için ögretiriz diye ögüt verirler.
625 Sınamada sart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz.
8stekler uyumus köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve ser de gizlidir.
Kudretleri olmadıgı için bunlar, yere yatmıs odun parçaları gibi yatakalmıslardır.
Fakat aralarına pis bir sey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür.
O sokakta bir esek düsüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.
630 Gayp gizliligine gitmis olan hırslar, yenlerinden yakalarından bas çıkarır, hücuma koyulurlar.
Her köpegin kılları dis kesilir hile için kuyruk sallamaya baslarlar.
Köpegin belden asagısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmus zayıf atese döner.
Mekansızlık elinden yalım, yalım gelip çatar, atesten çıkan alev ta göge kadar, agar.
Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedeninde uyumustur. Bir av olmadıgı için onlar, adeta gizlenmislerdir.
635 Yahut da gözleri baglı dogan kuslarına benzerler. Perde ardında bir av sevdasıyla yanıp tutusurlar.
Fakat doganın külahını kaldırdın da avını gördü mü derhal daglarda dönüp dolasmaya baslar.
Hastanın istegi yatısmıstır. Hatırı, yalnız iyilesmektedir.
Ama ekmek, elma ve karpuz görünce onu yemek ister bu istekle zarar korkusu, savasa girisir.
Sabrederse bunları görüsü, iyiligine yarar. Çünkü o heyecana düsmek, onun gevsemis tabiatına iyi gelir.
640 Fakat sabredemezse görmemesi daha iyidir. Okun zırhsız adamdan uzak olması yeg!
Tavus kusunun cevap vermesi
Tavus kusu aglaması bitince dedi ki: Yürü, sen renge ve kokuya kapılmıssın.
Görmüyorsun ki bu kanatlar yüzünden her yandan basıma yüzlerce bela gelip çatmada.
Nice merhametsiz avcılar, bu kanatlar yüzünden her yanda benim için tuzak kuruyorlar.
Nice okçu kanatlarım için yayını çekmis bana ok atmada.
645 Gücüm kuvvetim yok, kendimi koruyamıyorum, bu kazadan, bu beladan, bu fitnelerden kurtulmama imkan yok.
Madem ki is böyle, daglarda, ovalarda emin olabilmek için çirkin olmam daha iyi.
Ey yigit, bu kanatlar, benim ululanma silahım kesildi. Ululanmaysa ululananları yüzlerce belaya ugratır.
Hünerler, anlayıslı olmak ve dünya malını elde etmek,
tavusun kanatları gibi insanın canına düsmandır
Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kisiyi helak eder. Çünkü o, taneye kosar, bu yüzden de tuzagı görmez.
8htiyarına sahip olmak, “Sakının” emrine uyan ve kendisine sahip olan adam için iyidir.
650 Kendini koruyamıyor kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti uzaklastırır, ihtiyarı bırak.
Benim de cilvelendigim sey ve ihtiyarım, o kanattır. Onu yoluyorum, çünkü basıma kastetmede.
Sabır sahibi, kendi kanadını yok farz eder, bu suretle kanadı da onu kötü düsüncelere sevk etmez.
Su halde ona de ki: Kanadını yolma, onun bir zararı yoktur. Bu çesit adama ok gelse önüne kalkanını tutar.
Fakat bana bu güzel kanat düsmandır. Çünkü sabredemiyor, cilveleniyorum.
655 Eger çekinme ve korunma bana yol gösterseydi ihtiyar yüzünden debdebem, devletim artardı.
Ben çocuga yahut sarhosa benziyorum, sınanmalara tahammülüm yok. Benim elime kılıç vermek caiz degildir.
Eger aklım olsaydı da beni men etseydi kılıç, elimde bir zafer vasıtası olurdu.
Günes gibi nurlar saçan bir akıl lazım ki dogrudan baska bir suretle kılıç vurmasın.
Parlak aklım ve iyi bir huyum yok, su halde silahımı neden kuyuya atmayayım?
660 Bu silah, bana düsman olacak. Onun için kılıçla kalkanı kuyuya atıyorum.
Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacagım bir yer. Kılıcımı atmazsam düsmanım elimden alır onunla beni yaralar.
Bu kötü huylu nefis, yüzünü örtmemekte. Ben de onun inadına yüzümü yırtmadayım.
Bu suretle su yücelik, su güzellik azalsın da tamamı ile bitince de ben vebale az düseyim.
Yüzümü bu niyetle yırttıgımdan suçum yok. Çünkü, bu yüzü yaralarla örtmek gerek.
665 Gönlüm, gizlenme huyuna sahip olsaydı yüzüm, günden güne parlar, güzellesirdi.
Kuvvetim kudretim yok, iyilige de meyledemiyorum. Bunu gördüm, düsmanımı da gördüm, derhal silahımı kırdım.
Bu suretle de onun bana üstün olmamasına, hançerimin kendime vebal olmamasına gayret etmis oldum.
Damarım oynadıkça kaçıyorum, çünkü adamın kendisinden kaçması kolaydır.
Baskasından kaçan, ondan kurtulunca karar eder.
670 Halbuki benim düsmanım da benim, benden kaçan da ben. Su halde isim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır.
Adama kendi gölgesi düsman olursa ne Hint’te emin olur, ne Huten’de.
Gündüzün güneste yok olan yıldızlar gibi Allah varlıgında
yok olup kendisinden geçenler, hüner ve sanatlariyle serlerinden
emin olmuslardır. Yok olana tehlike olamaz.
Bir adam yokluga erisir, kendisine yoklugu ziynet edinirse, o adamın, Muhammet gibi gölgesi olmaz.
“Yokluk benim iftiharımdır” sırrına ziynet yokluktur. Bu çesit adam, mumun alevi gibi gölgesizdir.
Mum, bastan asagı alevden ibarettir. Gölge onun çevresine ugrayamaz.
675 Mum kendisinden de kaçtı, gölgeden de. Mumu dökenin istegine uydu,ısıgına sıgındı.
Mumu döken muma der ki: Seni yok olmak için döktüm. O da, ben yokluga kaçtım diye cevap verir.
Bu var olan ısık, lazım bir ısıktır, geçici ve arızi ısık gibi degil.
Mum ateste tamamı ile yok oldu mu artık ondan ne bir eser görürsün ne bir ısık!
Suret atesi karanlıgı gidermek için mum suretinde durur.
680 Beden mumu su görünen mumun aksinedir; yok oldukça can nuru artar.
Bu ebedi ısıktır, mumsa geçici. Can mumunun alevi, Allah’ya aittir.
Atesten meydana gelen su ates, nur oldugundan geçici gölge, ondan uzaklasmıstır.
Bulutun gölgesi yere düser. Fakat gölge, ayla düsüp kalkmaz.
A bahtı yaver kisi, kendinden geçmek, bulutsuz bir jale gelmektir. Kendinden geçtin mi degirmi aya benzersin.
685 Fakat rüzgar, bir bulutu sürüp getirdi mi ayır nuru aydan daha eksik bir hale düser.
Bulut ve toz yüzünden ay, bir hayal gibi görünür. 8ste beden bulutu da bizi hayal düsüncesine sürer.
Ayın lutfuna bak ki bu da onun lutfudur, çünkü bize, bulutlar düsmanımızdır demistir.
Ay, ne buluta aldırıs eder, ne toza. O, gögün yücesindedir.
690 Bulut bizim canımıza düsmandır. Bulut bizim gözümüzden ayı gizler.
Bu perde, huriyi Zâl gibi kuvvetlendirir, dolunayı yeni aydan daha noksan bir hale getirir.
Ay bizi yücelik kucagına oturtmus, düsmanımızı kendi düsmanı saymıstır.
Bulutun letafeti ve parlaklıgı da yandandır. Fakat buluta ay diyen hayli yol sapıtmıstır.
Ayın nuru buluta vurdu mu onun kara yüzünü ay gibi parlatır.
695 Gerçi ayla aynı renge boyanmıstır. Bu da bir devlettir ama buluttaki o nur, egretidir.
Kıyamette günes de kalmaz, ay da. Göz ısıgın aslı ile mesgul olur.
Bu suretle temelli mülkle egreti mülk seçilir. Su fani konak, karar yurdundan ayrılır.
Dadı, bir kaç gün içindir. Ey ana sen bizi kucagına al.
Kanadım buluttur. O, perdedir ve önümdekini göstermez. O yalnız Allah lütfiyle letafet kazanır.
700 Kanadımı yolayım, onu güzelligini yolumdan atayım da aynı güzelligini yine aydan seyredeyim.
BES NC C LD N 701 DEN 2800’E KADAR OLAN BEY TLER YAKIN B R ZAMANDA
YÜKLENECEKT R. ÖZÜR D LER Z.
2801 Ona, ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nerden anladın? derlerdi.
Derdi ki: Gönül evi bombos, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyâç yoktur âdeta.
Orada yalnız Tanrı sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden baska hiç kimsecikler yok.
Ben evi, iyi kötü, her seyden sildim, süpürdüm. Evim, tek Tanrının sevgisiyle dolu.
2805. Orada Tanrıdan baska ne görürsem benim malan degildir, benden bit sey isteyen yoksulun malıdır.
Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp egilmis, yeni aya dönmüs dalı görününce
o akis, dısarıdaki fidanın, dısarıdaki dalın aksidir.
Suda bir suret görürsen o, dısarıda bulunan seyin aksidir yigidim.
Fakat suyun pislikten arınması için beden ırmagını temizlemek, arıtmak sarttır.
Bu suretle onda bir bulanıklık ve çerçöp kalmamalı ki yüzün, içine aksetsin, görünsün.
2810. A adamcagız, bedeninde toprakla karısmıs sudan baska ne var? Söyle. A gönül düsmanı, suyu, topraktan arıt.
Halbuki sen, her an yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmede, o suyu daha fazla bulandırmadasın.
Seyhin, herkesin içinden geçeni bilmesinin sebebi
O suyun içinde hiçbir seycikler bulunmadıgında " yüzler, ona akseder, orada görünür.
Halbuki senin için temizlenmemis. Evin, Seytanla, adam olmayanlarla, canavarlarla dolu.
A esek, inadından eseklikte kalakaldın. Nerden Mesih'e ait ruhlardan bir koku alacaksın?
2815. Orada bir hayal basgösterse hangi pusudan çıktıgını nerden bileceksin?
8çteki hayallerin süpürülmesi için beden, riyazatla hayale döner.
Esegin hile yüzünden tilkiye alet olması
Esek bir hayli çalıstı, tilkiden korundu. Fakat köpek gibi acıkmıstı, açlı kendisine es olmustu.
Hırsı üstün geldi, sabrı zayıfladı. Ekmek sevdası, nice bogazlan yırtmıstır.
Kendisine hakikatler kesfedilen Peygamber, onun için "Az kaldı yoksulluk, küfür olayazdi" dedi.
2820. O esek, açlıga tutsak olmustu. Hileyse bile dedi, tut ki öldüm.
Bari bu açlık azabından kurtulurum ya. Yasayıs buysa ölüm bence daha iyi.
Önce tövbe etmis, and içmisti ama nihayet esekliginden tövbesini de bozdu, andını da.
Hırs, insanı kör, ahmak eder, bilgisiz bir hale sokar, ölümü kolaylastırır.
Halbuki ölüm, eseklere kolay degildir. Çünkü ebedî canları yoktur ki.
2825. Ebedî canı olmadıgı için de kötülükte bulunan birisidir. Ecele cüreti, ahmaklıktandır.
Çalıs da ebedî cana ulas, ölüm gününde de elinde bir azık bulunsun.
Kötü kisinin rızık veren Tanrıya güveni yoktur. Gayıptan ona rızkının cömertçe saçıldıgına inanmaz.
Gerçi zaman zaman ona bir açlık verdi, verdi ama Tanrı ihsanı, simdiye kadar onu rızıksız bırakmadı.
Eger açlık olmasaydı imtilâya tutulurdun, ondan sonra da sende daha yüzlerce illet basgösterirdi.
2830. Açlık illeti, hem lâtif olus, hem hafif bir hale gelis, hem de Tanrı'ya yalvarıp ibadette bulunus bakımından o illetlerden
elbette daha iyidir.
Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele açlıkta yüzlerce fayda ve hüner de varken.
Az yeyis ve açlıgın iyiligi
Kendine gel, açlık, ilâçların padisahıdır. Açlıgı canla basla kabul et, onu böyle hor görme.
Bütün hastalıklar, açlıkla iyilesir. Bütün ilâçlar, aç olmadıkça sana tesir etmez.
Örnek
Birisi küflü ekmek yiyordu. Bir adam, neden bu kadar haris ve aç gözlü oldun? diye sordu?
2835. Dedi ki: Sabrın sonucunda açlık, iki misli arttı mı arpa ekmegi bile bana helva gelir.
Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemis olurum.
Zaten açlık, herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden asırı bir otlaktır.
Açlıgı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına vermislerdir.
Açlıgı, öyle her âdi yoksula nerden verecekler? Ot az degil a, önüne koyuverirler.
2840.Ye derler, sen ancak buna lâyıksın. Suda yüzen kus degilsin sen, ekmek yiyen bir kussun.
Bir seyhin, dervisin içini okuyup hırsını anlaması, ona dille nasihat vererek Tanrı emriyle Tanrı'ya dayanma kuvvetini
bagıslaması
Bir seyh, müridiyle dara düsmüstü. Sehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı.
Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı.
Seyh biliyordu, müridin içinden geçeni anlamıstı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu
elem, bu ıstırap içinde kalacaksın?
Ekmek derdinden yanıp yakılıyorsun. Âdeta Tanrı'ya dayanma gözünü kapamıssın.
2845. Sen o yüce nazeninlerden degilsin ki sana ceviz ve kuru üzüm vermesinler.
Açlık. Tanrı haslarının gıdasıdır. Senin gibi ahmak yoksul, nerden ona zebun olacak?
Aldırıs etme, sen onlardan degilsin ki bu mutfakta ekmeksiz beklıyesin.
Su asagılık ve karnına düskün kisilere daima kâse üstünde kâse sunarlar, ekmek üstüne ekmek.
Bu çesit adam öldü mü ekmek, önünden giderek ey yoksullukla, ümitsizlikle kendini öldüren der,
2850. 8ste sen öldün, ekmek kaldı. Hadi kalk da al ekmegini bakalım ey kendini elemlerle öldüren!
Kendine gel de elin, ayagın titremesin. Rızkın, senin ona âsık olmandan ziyade sana âsıktır.
Âsıktır, senin sabırsızlıgını bilir de emekliye emekliye sana gelir a herzevekil!
Sabrın olsaydı rızkın gelir, âsıklar gibi kendini sana teslim ederdi.
Açlık korkusundan bu titreyis nedir? Tanrı'ya dayanmayla tok yasanabilir pekâlâ.
Büyük bîr adada bir öküz varmıs. Ulu Tanrı, o adayı otlarla, çayır, çimenle doldurur, öküz, aksama kadar hepsini otlar, bir dag
parçatı gibi siser, semirir, gece olunca bütün ovayı otladım, hepsini bitirdim. Yarın ne yiyecegim diye korkuyla, derde
kapılır, uyuyamaz, bu dertle kulak karıstırılan hilâle dönermis. Sabahleyin kalkınca yine bütün yazıyı, dünkünden daha
yesil, daha bol çayır, çimenle dolu bulur, yine yer, içer, semirir, geceleyin aynı derde düsermis. Yıllardır bunu görür, fakat
Tanrı'ya yine güvenmezmis.
2855. Dünyada yemyesil bir ada vardır, orada yalnız basına obur bir öküz yasar.
Aksama kadar bütün yazıyı yalar, otlar, doyar, semirip siser.
Gece oldu mu yarın ne yiyecegim diye düsünceye dalar, bu düsünce onu dertlendirir, ince bir kıla döner.
Sabah olunca yazı, yine yesermistir. Yesillik, çayır, çimen, tâ bele kadar büyümüstür.
Okuz, öküz açlıgına tutulmustur, aksama kadar bütün yazıyı bastanbasa otlar, bitirir.
2860. Yine büyür, semirir, siser. Bedeni yaganır, güçlü kuvvetli bir hale gelir.
Derken aksam oldu mu açlık korkusuna düser, bu korkuyla titremeye baslar, yine korkusundan zayıflar.
Yarın yayım zamanı ne yiyecegim, ne edecegim? diye düsünür durur. Yıllardır, o öküz bu haldedir iste.
Bunca yıldır bu yesilligi otlar, bu çimenlikte yayılırım.
Hiçbir gün rızkım azalmadı. Bu korku nedir, bu gönlümü yakıp yandıran gam nedir diye düsünmez bile.
2865. Aksam oldu, gece bastı mi o semiz öküz, eyvahlar olsun, rızkım bitti diye diye yine zayıflar.
8ste nefis, o öküzdür, yazı da dünya. Nefis ekmek korkusu ile daima zayıflar durur.
Gelecek zamanlarda ne yiyecegim? Yarının rızkını nasıl ve nerde elde edecegim kaydına düser.
Yıllardır yedin, yiyecegin eksilmedi. Artık biraz da gelecek düsüncesini bırak da geçmise bak.
Yedigin rızıkları hatırına getir, gelecege bakma da az sızlan! ;
Aslanın etegi avlaması, çalınıp çabalarken susaması, tu içmek üzere kaynaga gitmesi, gelince-yedek tilkinin, hayvanın en güzel
yerleri olan cigerini, yüregini ve böbreklerini yemesi. Aslan gelince esegin yüregini ve cigerini görmeyerek nerde bunun
yüregiyle cigeri? diye sorması. Tilkinin, onda yürek ve ciger olsaydı o gün o korkunç hali gördükten ve binlerce hileyle canını
kurtardıktan sonra tekrar buraya gelir miydi? demesi. Tanrı da "Kâfirler, duysaydık, yahut aklımız olsaydı cehennemlik
olmazdık derler" buyurmustur.
2870. Tilkicik, esegi tâ aslanın yanına kadar götürdü. Aslan, esegi paramparça etti.
O canavarlar padisahı, bu savasta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynaga gitti.
Tilkicegiz, esegin cigeriyle yüregini, fırsat bulup yedi.
Aslan, su içip dönünce aradı, esegin ne cigeri vardı, ne yüregi!
Tilkiye cigeri nerde, yüregi ne oldu? dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.
2875. Tilki dedi ki: Onda yürek, yahut ciger olsaydı hiçbir kere daha buraya gelir miydi?
O kıyameti görmüs, o dagdan düsmeyi seyretmis, o korkuyu tatmıs, güçlükle kaçmıstı.
Cigeri, yahut yüregi olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi?
Bir gönülde gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül degildir. Bir bedende ruh yoksa o beden, topraktan ibarettir.
Bir kandilde can nuru yoksa sidikten, pislikten 8barettir. O sırçaya kandil deme artık.
2880. O sırça, o kap, halkın yapısıdır ama kandilin nuru, ululuk ıssı Tanrı'nın ihsanıdır.
Hâsılı sayı ve çokluk kaplardadır, alevlerdeyse ancak birlik vardır.
Bir yere altı tane kandil kosalar nurlarında sayı ve çokluk olmaz.
O çıfıt, kapları gördü de müsrik oldu. Öbürü de nuru gördü de imana geldi, anlayıs sahibi oldu.
Ruh. kaplara baktı mı Sis'le Nuh'u iki görür.
2885. Derenin, suyu varsa deredir. Adam, canı olan adamdır.
Bunlar, insan degillerdir, suretten ibarettirler. Bunlar, ekmek ölüsüdürler, sehvet öldürmüstür bunları.
Bir hale düsmesi yüzünden gündüzün kandille gezip dolasan papaz
Birisi, gündüzün, gönlü ask ve yanısla dolu olarak kandille gezerdi.
Bir herzevekil ona dedi ki: A adam, kendine gel de öyle her dükkânı arayıp durma.
Aydın günde kandille ne gezip duruyorsun, bu ne saçma sey?
2890. Adam dedi ki: Her yanda adam arıyorum. O nefesle diri olan kimdir?
Bir adam, su pazar, adamla dolu o hür kisi dedi.
Adam arayan dedi ki: Bu iki yol agzı ana caddede öfke ve hırs zamanında dayanan bir adam arıyorum.
Öfke ve sehvet vaktinde kendini tutabilen adam nerde? Bucak, bucak, sokak sokak böyle bir adam arıyorum iste.
Nerde âlemde bu iki halde dayanabilen bir adam ki bugün ona canımı feda edeyim.
2895. Bunu duyan, nadir bulunur bir sey arıyorsun, fakat kaza ve kaderden gafilsin dedi iyi bak.
Sen, fer'e bakıyorsun; asıldan haberin bile yok. Biz fer'iz, asıl olan kader hükümleridir.
Kaza ve kader, dönüp duran gökyüzünün bile yolunu kaybeder. Yüzlerce Utarid'i kaza ve kader, aptallastırır.
Çare âlemini daraltır, demirle mermeri bile eritir, su haline getirir.
Ey bu yolu adım adım adımlamaya karar veren kisi, sen hamın hamısın, hamın hamısın, hamın hamı!
2900. Degirmen tasının dönüsünü gördün, bari gel de dereyi de gör.
Topragı, tozu havalanmıs görmedesin, topragın arasında yeli de gör.
Düsünce kaplarını kaynar görmedesin, aklın basına devsir de atese de bak.
Tanrı, Eyyub'a ihsanlarını söylerken ben, senin her kılına bir sabır verdim dedi.
Kendine gel de sabrına bu kadar bakma. Sabrı gördün, sabır vereni de gör.
2905. Dolabın dönüsünü ne vakte dek göreceksin? Basını çevir de hızlı ve coskun coskun akan suyu da gör.
Görüyorum deyip duruyorsun ama onu .görmenin birçok ayan beyan nisaneleri vardır.
Söyle denizin köpügünü görüverdin mi hayran olman lâzım ki denizi de göresin.
Köpügü gören, sırlar söyler. Fakat denizi gören sasırır kalır.
Köpügü gören, niyetlerde bulunur; denizi gören, gönlünü deniz haline getirir.
2910. Köpükleri gören, onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı kalmaz.
Köpügü gören dönüp dolasmaya düser. Denizi görende hiçbir gıllügis kalmaz.
Müslümanın bir Mecusiyi dine davet etmesi. Seytanın, Tanrı kapısındaki hali
Bir adam, Mecusinin birine, yahu, gel de müslüman ol, müslümanlar arasına karıs dedi.
Mecusi dedi ki: Tanrı dilerse imana gelirim, ihsanını çogaltırsa yakın elde ederim dedi.
Müslüman dedi ki: Tanrı, senin imana gelmeni canını cehennemden kurtarmak diler.
2915. Ama kötü nefsin, o çirkin Seytanın seni küfür tarafının, kilisenin bulundugu yere çekmektedir.
Mecusi, ey insaf sahibi dedi, mademki onlar üstün, ben de güçlü kuvvetli, olana dost olurum.
Üstün olana dost olabilir, beni daha fazla ve kuvvetle çekenin bulundugu yere gidebilirim.
Tanrı, benden adamakıllı öz dogrulugu istiyormus. Dilegi yerine gelmedikten sonra ne fayda?
Nefis ve Seytan, kendi dilegini yürüttükten sonra Tanrı inayeti kahroldu, paramparça oldu demektir
2920. Sen bir kösk, bir saray yaparsın. Onu yüzlerce nakıslarla, resimlerle bezersin.
Sen Onun bir hayır yurdu, bir mescit olmasını istersin ama baska biri çıkar gelir, orayı kilise, manastır yapar.
Yahut da sen bir kumas dokur, ondan giyinmek için kendine bir kaftan yapmak istersin.
Sen kaftan istersin ama düsman, inadı yüzünden senin ragmine o kumastan bir salvar yapar.
Canım efendim, onun istegine uymaktan baska ne çaresi var kumasın?
2925.Kumas sahibi zebun oldu, kumasın ne kabahati var? Üstün olana alt olmayan kimdir ki?
Birisi, ev sahibinin istegi olmadan sürüp gelir, onun yurduna diken ekerse,
Ev sahibi, elbette horluga düsmek zorundadır. Ona böyle bir horluk, çaresiz gelip çatar.
Ben de taze ve yeni isem de ne çare?Hor hakir oldum iste.Sevgili böyle istiyor,ben de hor oluyorum.
Nefsin istedigi olduktan sonra artık,bir isi Tanrı dilerse olur demek,bir alaydan ibarettir.
2930. Ben,Mecusilerin kusuru,yahut kafirsem de Tanrı hakkında yine böyle bir zanda bulunamam.
Bir kimse,onun dilegi olmadan ülkesinde gezsin,dolassın,buyruk yürütsün...buna imkan yoktur.
Birisi onu ülkesini ele geçirsin de solugu yaratan Tanrı,bir nefes bile alamasın,bir sey bile söylemesin, böyle sey olmaz.
Eger Tanrı,bir adamdan seytanı sürüp kovmak diler de buna ragmen Seytan,her an o adamın derdini arttırırsa,
Bu seytana kul olmak gerek. Çünkü her mecliste üstün çıkan o.
2935. Ben, aman Seytan bunu benden kapmasın der durursam peki,böyle bir anda o ihsanlar sahibi Tanrı neden elimi tutmaz.
Onun diledigi oluyorsa artık benim isim kimden düzelir ki?
Seytanın Tanrı kapısındaki hali
Hasa;Tanrı,neyi dilerse o olur. O,mekan aleminde de hakimdir, mekansızlık aleminde de.
Hiçbir kimse,onun ülkesinde onun emri olmadıkça bir kılı bile kımıldatamaz.
Mülk onundur,ferman onun.Onun kapısında en asagılık köpek, Seytandır,
2940. Türkmenin, kapısında bir köpegi olsa,o köpek,onun kapısına yüzünü,basını koyup yatsa,
Evin çocukları,kuyrugunu bile çekseler aldırmaz, onların ellerinde oyuncak olur.
Fakat yoldan bir yabancı geçse erkek arslan gibi ona saldırır.
Çünkü 'Kafirlere siddetlidir',dosta gül gibidir, düsmana diken gibi.
Türkmen,ona tutmaç suyu bile verse o, buna razı olur, bekçiligini yapar.
2945. Peki, köpek Seytanı da Tanrı yaratmıstır. Onda yüzlerce düsünce, yüzlerce hile halk etmistir.
8yinin,kötünün yüzsuyunu gidersin diye yüzsularını ona gıda etmistir.
Halkın yüzsuyu, ona verilen tutmaç suyudur. Seytan bunu yer,bununla doyar.
Böyle oldugu halde nasıl olur da canı, kudret otagının önünde kurban olmaz?
8yilerden de,kötülerden de sürü sürü nice kisiler var ki ayaklarını yere dösemis, köpek gibi o kapıya yönelmistir.
2950. Hepsi de Tanrılık magarasının esiginde köpek gibi yatmıslar, zerre zerre buyruk beklemede,kulak kabartmadalar.
Ey köpek Seytan, halk bu yola ayak bastı mı onları sına.
Saldır onlara, onları buraya koma. Bu suretle bak bakalım,dogrulukta hangisi er, hangisi disi?
“Tanrıya sıgınırım” neden denir? Köpek, kızıp saldırmaya baslayınca degil mi?
Ey Hıta Türkü "Tanrı'ya sıgınırım" demek, köpege bagır, yolu aç da,
2955. Otagının kapısına geleyim, senin cömertliginden bir hacet dileyeyim demektir.
Türk, köpegin saldırısından âciz olunca bu "Tanrı'ya sıgınırım" demek, bu feryadetmek, yerinde bir is degildir.
Türk de "Tanrı'ya sıgınırım" bu köpekten. Bu köpegin yüzünden yurdumda âciz kaldım.
Sen, bu kapıya gelmeme yardım etmiyorsun, ben de kapıdan çıkamıyorum derse,
Artık, Türkün de basına toprak, konugun da.
Bir köpek, ikisinin de boynunu baglıyor demek!
2960. Hâsa... Tanrı hakkı için Türk, bir nara attı mı köpek kim oluyor? Erkek aslan bile kan kusar.
Ey kendine Tanrı aslanı diyen, yıllar oldu, köpeklikte kaldın.
Bu köpek, senin için nasıl av avlayabilir ki sen apaçık köpege av olmussun!
Sünni müslümanın Cebrî kâfire cevap verip kulun ihtiyarı olduguna dair delil göstermesi. Sünnet bir yoldur ki, Tanrı hepsine
esenlik versin, peygamberler, o yoldan yürümüs, o yolu ayakları ile çigneyip açmıslardır. O yolun sagında Cebir çölü vardır.
Kul, orada kendisinde ihtiyar görmez, emir ve nehyi inkâr edip tevile sapar. Halbuki emir ve nehyin inkârından, emre uyanların
yeri olan cennetle, uymayanların duragı ve cezası olan cehennemi inkâr etmek çıkar. Artık is nereye varır? Ben söylemeyeyim,
akıllıya bir isaret yeter. Yine o yolun solunda da Kader çölü vardır. Buraya sapan da yaratıcının kudretini, halkın kudretinin
maglûbu bilir. Bundan da öyle fesatlar meydana gelir ki o Cebrî Mecusi onları sayıp dökmüstür.
Müslüman dedi ki: Ey Cebrî, sözümü dinle, Kendi düsünceni bildirdin, söyleyeceklerini söyledin. Simdi cevap veriyorum, bana
kulak ver.
A satranç oynayan, kendi oyununu gördün. Simdi de uzun uzadıya hasmının oyununu gör.
2965. Kendi özür defterini okudun. Sünni'nin defterini de oku, ne diye öyle kalakaldın?
Kaza ve kader hususunda cebrice ince sözler söyledin. Simdi macerayı dinle de onun sırrını benden duy.
Süphe yok ki bizim bir ihtiyarımız vardır. Duyguyu inkâr edemezsin, bu meydandadır.
Kimse tasa gel buraya demez. Kimse bir toprak parçasından vefa ummaz. -
Kimse adama hadi uç demedigi gibi köre de gel, beni gör diye bir teklifte bulunmaz.
2970. Tanrı, "Köre teklif yok" dedi. Hiç güçlükleri açan Tanrı, kimseyi güce sokar mı?
Kimse tasa geç geldin, yahut sopaya neden bana vurdun demez.
Mecbur olandan böyle seyler aranmayacagı gibi özürlüye de kimse bu çesit sözler söylemez, vurup dövmez.
Ey yeni, yakası temiz kisi, emir, nehiy, öfke, lütuf ve azarlama, ancak ihtiyacı olanadır.
Zulümde de ihtiyarımız vardır, sitemde de. Ben, bu Seytanla nefisten bunu kastettim.
2975. 8htiyar, senin içindedir. O, bir Yusuf görmedikçe elini uzatamaz.
8htiyar ve dilek, nefistedir. Diledigi seyin yüzünü görür de ondan sonra kol kanad açar.
Köpek uyumus ama ihtiyarı kayboldu sanma. 8skembeyi gördü mü kuyrugunu sallamaya baslar.
At da arpa gördü mü kisnemeye koyulur; kedi de etin oynadıgını görünce miyavlamaya baslar.
8htiyarın harekete gelmesine sebep görüstür, atesten kıvılcım çıkaranın körük oldugu gibi.
2980. Su halde ihtiyarın, 8blis gibi seni oynatır. Sana vasıtalık eder, Vis'in selâmını, haberini getirir.
Diledigi bir seyi adama gösterdi mi, uyumus olan ihtiyar, derhal gözünü açar.
Melekler de Seytanın inadına gönlüne feryatlar salar.
Bu suretle hayra olan ihtiyarını harekete getirmek ister. Çünkü bu göstermeden önce sende su iki huy da uykudadır.
Su halde ihtiyar damarlarını harekete getirmek için melek de sana yapılacak seyleri gösterir, Seytan da.
2985. Sendeki hayır ve ser ihtiyarı, ilham ve vesveselerle birken on olur, on kisinin ihtiyarına sahip olursun.
A tatlı adam, namazın dısındaki islerin helâl olması için namazdan çıkarken meleklere selâm vermek gerektir.
Bu selâm, sizin güzel ilhamınız ve duanız yüzünden ihtiyarımla su namazı kıldım demektir.
Suçtan sonra da tutar, 8blise lanet edersin. Çünkü bu egrilige onun yüzünden düstün.
Seytanla melek, gayıp perdesi ardında gizlice bu kötülükle iyiligi sana gösterir.
2990. Fakat gözünün önünden gayıp perdesi kalktı mı seni hayıra, serre sevk edenlerin yüzlerini görürsün.
Onların sözlerinden, gizlice söz söyleyenlerin bunlar oldugunu tanırsın.
Seytan, ey tabiat ve ten tutsagı der, ben bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki.
Melek de, ben sana, bu nese yüzünden gamın artar demedim mi ?
Falan günde ben sana söyle demedim mi? Cinler yolu, o tarafa giden yoldur.
2995. Biz, senin canına dostuz, ruhuna ruhlar katarız. Senin babana ihlâsla secde etmisiz.
Simdi de sana hizmet etmekte, hizmet edilme yoluna seni çagırmadayız.
Bu seytanlar, babana da düsmandı. "Secde edin" emrine uymadılar.
Fakat sen ona uydun da bizi dinlemedin. Hizmet haklarımızı tanımadın bile.
Simdi biz de meydandayız, onlar da. Sözümüzden, sesimizden tanı, gör der.
3000. Gece yarısı dosttan bir sır duydun, onun söz söyleyisini isittin mi, sabahleyin söz söyleyenin o dost oldugunu anlarsın.
Geceleyin iki kisi, sana haber getirirse sabahleyin ikisini de seslerinden tanırsın.
Geceleyin aslan ve köpek seslerini duysan karanlıkta yüzlerini görmezsin ama,
Gündüz olunca yine bagırdıkları zaman aklınla o sesleri ayırdeder, hangi hayvanlara ait oldugunu anlarsın.
Hâsılı Seytanla ruh, sana kötülügü ve iyiligi gösterirler. Her ikisi de ihtiyarın olduguna delildir.
3005. Bizde bir gizli ihtiyar vardır, iki sey gördün mü, artar, harekete gelir.
Hocalar, çocukları döverler, hiç karatas terbiye kabul eder mi?
Hiç tasa yarın gel, gelmezsen seni kötü bir surette cezalandırırım der mi?
Hiç akıllı adam, bir toprak parçasını döver, bir tası azarlar mı ?
Akıl bakımından cebir, kadere inanmamaktan da daha rezilce bir istir. Çünkü Cebrî olan, kendi duygusunu inkâr ediyor
demektir.
3010. Kaderi inkâr eden hiç olmazsa duyguyu inkâr etmiyor. Ogul, Tanrı isi, duyguya sıgmaz ya.
Fakat ulu Tanrının isini inkâr edense âdeta delilin delâlet ettigi seyi inkâr ediyor demektir.
Kaderi inkâr eden, duman vardır da ates yoktur, kandilin ısıgı,, hiçbir ısık olmaksızın aydındır demektir.
Cebri ise atesi görür de inadina ates yok der.
Ates, etegini tutusturur, yakar, yine ates yoktur der. Karanlik, etegini dolastırır, yere kapaklanır, yine karanlık yok eder.
3015. Hâsılı bu Cebir dâvası, Sofistliktir. Onun için de Tann'yı inkâr edisten beterdir.
Tanrı'yı inkâr eden, âlem vardır, Tanrı yoktur. Yarabbi diyene icabette bulunamaz, yoktur ki der.
Halbuki bu, dünya hiç yoktur der. Sofist, tereddütler, ıstıraplar içindedir.
Bütün âlem, ihtiyarı ikrar eder, emrin nehyin, sunu getir, onu getirme demenin hak oldugunu söyler de,
O, daima emir ve nehiy yoktur. Yapılan isler, dilegimizle degildir deyip durur.
3020 Arkadas, duyguyu hayvan bile ikrar eder. Fakat bu husustaki delil, pek incedir.
Zira biz, ihtiyarımızı duyarız. Bize bir isi teklif etmek, yerindedir.
Bir sey dileyerek yapıp yapmamak, yahut zorda kalmak, öfke, dayanıp hos görmek, tokluk ve açlık gibi vicdani idrâk, sarıyı o
kırmızıdan fark etmek, küçügü büyükten, acıyı tatlıdan, miski pislikten, dokunma duygusu ile katıyı yumusaktan, sıcagı
soguktan, yakıcıyı, çok sıcak seyden, yası kurudan ve yine dokunarak duvarı agaçtan ayırdetme gibi duygu yerine kaimdir. Su
halde vicdanî anlayısı inkâr eden, duyguyu inkâr eder, hattâ bundan da beterdir. Vicdani anlayıs, duygudan daha açıktır.
Çünkü duyguyu baglamak ve duymadan menetmek, duygunun meydana gelecegi yolu baglamak mümkündür. Fakat vicdanî
anlayısı menetmenin imkânı yoktur. Akıllıya bir isaret yeter.
Vicdanî anlayıs, duygu yerine kaimdir. Her ikisi de bir arktan akar.
Onun için bu anlayısa yap, yapma diye emir etmek, nehiyde bulunmak, onunla maceralara girismek, söylesmek
yerindedir.
Yarın bunu, yahut onu yapayım demek ihtiyara delildir güzelim.
3025. Yaptıgın kötülük yüzünden pisman olman da ihtiyarına delâlet eder, demek ki kendi ihtiyarınla pisman oldun, dogru yolu
buldun.
Bütün Kur'an, emirdir, nehiydir, korkutmadır. Mermer tasa kim emir verir, bunu kim görmüstür?
Akıllı bilgili adam, toprak parçasına, tasa hükmeder mi ?
Ey ölüler, âcizler, böyle yapın, söyle edin dedim, neden yapmadınız der mi?
Akıl, tahta parçasına tasa hükmeder mi? Akıl sahibi, resme,
3030. Be hey eli baglı, ayagı kırık yigit, mızragı al; da savasa gel diye el atar, buyruk yürütmeye kalkar mı?
Peki... Yıldızları ve gökyüzünü yaratan Tanrı,, cahilcesine nasıl emir ve nehiyde bulunur?
Kulda ihtiyar yoktur diye Tanrı'dan güya âciz ihtimalini gidermeye kalkıstın ama onu cahil, ahmak ve aptal yaptın.
Kader yoktur, kul, kendi ihtiyariyle is yapar demekte hiç olmazsa aciz yoktur, hattâ olsa bile cahillik, acizlikten beterdir.
Türk, kereminden konuga der ki, kapıma köpeksiz gel, yırtık hırkayla gelme.
3035. Falan yerden edeplice gel de köpegim, senden agzını, dudagını baglasın.
Sense bu sözün tam aksini tutar, otagın kapısına gidersin. Elbette köpek seni yaralar.
Kullar nasıl gitmislerse öyle git ki köpegi, sana karsı kin ve merhametli olsun.
Sen tutar, kendinle beraber bir köpek, yahut tilki götürürsen elbette her çadırın altından bir köpek çıkar, basına üsüsürler.
Tanrı'dan baskasında ihtiyar yoksa suçluya ne kızıyorsun?
3040. Neden düsmana karsı dis biler durursun? Nasıl onun suçunu, kusurunu görürsün?
Evin damından bir odun kırılıp düsse de seni adamakıllı yaralasa,
Hiç o tahta parçasına kızar mısın, hiç ona kinlenir misin?
Neden bana vurdu da elimi kırdı? O benim can düsmanımmıs der misin?
Neden küçük çocukları döversin de büyüklere dokunmazsın?
3045. Malını çalan hırsızı gösterir, tut sunu, elini ayagını kır, onu esir et dersin.
Karına göz koyana karsı yüz binlerce defa cosar, köpürürsün.
Fakat sel gelse de esyanı götürse akıl, hiç sele kızar, kinlenir mi?
Yahut yel esse de sarıgını kapıp uçursa gönlünde yele karsı bir hiddet peydahlanır mı?
Öfke, cebrice, özürlere girismeyesin diye sana ihtiyarin oldugunu anlatıp durmadadır.
3050. Deveci, bir deveyi dövse o deve, dövene kasdeder.
Devecinin degnegine kızmaz. Görüyorsun ya deve bile ihtiyardan bir kolcuya sahiptir.
Yine böylece bir köpege tas atsan iki büklüm olur da sana salar.
Hattâ seni bırakıp o tası yakalarsa, ısırırsa o da yine sana olan kızgınlıgındandır. Çünkü sen ondan uzaktasın, sana el atamıyor,
onu ısırıyor.
Hayvani olan akıl bile ihtiyarı biliyor.Artık sen ey insani akıl, utan da ihtiyar yoktur deme.
3055. 8htiyar, apaydın meydandadır ama o obur, sahur yemegi tamahiyle gözünü nurdan kapar.
Çünkü onun bütün meyli, ekmek yemeyedir, bunun için yüzünü karanlıga tutar da daha gündüz olmadı der.
Hırs, gündüzü bile gizledikten sonra artık delile sırtını çevirirse sasılmaz.
Halkın ihtiyarına ve kaza ve kaderin ihtiyarı gidermeyecegine dair hikâye
Bir hırsız, sahneye dedi ki: Efendim, yaptıgım i}, Tanrı takdiri.
Sahne dedi ki:A iki gözümün nuru, benim yaptıgım da Tanrının hikmeti, Tanrı'nın takdiri!
3060. Birisi bir dükkândan bir turp çalsa da a akilli kisi, bu Tanrı takdiri dese,
Basına iki üç yumruk vurur da bu da Tanrı takdiri dersin, koy turpu yerine!
A herzevekil, bir nebat hususunda bakkal bile bu gadri kabul etmiyor da,
Sen buna nasıl güveniyor, ejderhanın çevresinde dönüp dolasıyorsun?
Böyle bir özürle ey akılsız adam, kanını da tamamıyla sebil ettin, malını da, karını da, öyle mi?
3065 Su halde birisi de senin bıyıgını tutup yolsa da özür getirse, kendisini mecbur gösterse kabul mu edeceksin?
Tanrı hükmü, sana özür olabiliyorsa âlâ, ögren de bana fetva ver bakalım.
Benim de yüzlerce istegim, sehvetim var da elim, korkudan, Tanrı heybetinden baglı.
Kerem et de bana su özrü ögret, elimden ayagımdan dügümü çöz.
Bir sanatı seçmis, kendine is edinmissin. Bu, bîr ihtiyarım var, bir düsüncem var demektir.
3070. Yoksa ey is eri, neden sanatlar arasında o sanatı seçtin?
Ama nefis ve hava ve heves nöbeti geldi miydi sana yirmi er kuvveti gelir.
Dostun senin bir habbecik menfaatine mâni oha hemen savas ihtiyarına sahip olur onunla cenge kalkısırsın.
Fakat nimetlere sükür etme nöbeti geldi mi ihtiyarın yoktur; tastan da asagı bir hal alırsın.
Nihayet cehennem de seni yakıyorum ama hos gör, beni mazur tut diye özür getirir.
3075. Kimse, bu delille seni mazur görmedikten sonra artık bu delil, seni cellâdın elinden kurtarmaz.
Alem böyle kurulmus, böyle gider. Bu âlemi gördün ya, o âlemin hali de artık sana malXm oldu demektir.
Cebrîye cevap, ihtiyarı ispat, emir ve nehyin dogrulugu, cebrînin getirdigi özrün hiçbir seriat ve dinde makbul olmayısı ve onu,
yaptıgı isin cezasından kurtarmayacagı, nitekim Cebrî 8blis'in "Rabbim, beni sen azdırdın" sözünün de kabul edilmedigi
hakkında hikâye. Az, çoga delâlet eder.
Birisi agacın tepesine çıkmıs, hırsızcasına siddetle agacı silkiyor, meyvalarını döküyordu.
Bag sahibi gelip a alçak dedi, Tanrı'dan utanmıyor musun? Bu yaptıgın ne?
Hırsız dedi ki: Tanrı bagından Tanrı kulu, Tanrı'nın ihsan ettigi hurmayı yerse,
3080. Âdice ne kınıyorsun, gani Tanrı'nın ihsanını neden kıskanıyorsun?
Bag sahibi, hizmetçisine Aybek, dedi, getir o ipi de su adama cevap vereyim.
8p gelince hırsızı agaca bir güzelce bagladı. Arkasına, ayaklarına vurarak onu adamakıllı dövmeye basladı.
Hırsız, yahu dedi, Tanrı'dan utan, bu suçsuz günahsız kulu öldürüyorsun.
Bagcı dedi ki: Tanrının kulu, baska bir kulunu Tanrı sopasiyle güzelce dövüyor.
3085. Sopa da Tanrının, arka da, yan da. Ben, ancak onun kulu ve buyrugunun aletiyim.
Hırsız, cebirden tövbe ettim, ihtiyar vardır, vardır, var dedi.
Kutlardaki ihtiyarları, onun ihtiyarı var etti. Onun ihtiyarı bir atlıdır, bizim ihtiyarımıza binmis-
Tanrı ihtiyarı, bizim ihtiyarımızı meydana getirmistir. Emir, ancak ihtiyara dayanır.
Her mahlûkun, ihtiyarsız gibi görünen muktedir bir hâkimi vardır ki,
3090. Onu ihtiyarsız bir surette çekip avlar. Zeydin kulagını tutup bir yana çeker.
Fakat ihtiyacı olmıyan Tanrı, hiçbir aleti olmaksızın, o kulun ihtiyarını, kendisine kement yapar.
Zeydi, kendi ihtiyarı, baglar.Tanrı da köpeksiz, tuzaksız onu avlar.
O dülger tahtaya hâkimdir, o ressam güzellige hâkim.
Demirci, demire hâkimdir, mimar, alete hâkim.
3095. Sasılacak sey, görülmemis nesne sudur ki bunca ihtiyar, kul gibi onun ihtiyarına secde eder.
Cansız seylere kudretin var, fakat bu kudretin, onlardaki cansızlıgı giderdi mi?
Onun kudreti de tıpkı bunun gibi kulların ihtiyarlarını gidermez.
8stersen onun kudret ve ihtiyarını kemaliyle söyle. Bu, cebir ve sapıklık olmaz.
Benim küfrüm onun dilegidir dedin ama bil ki senin de bu küfürde bir dilegin var.
3100, Çünkü sen istemedikçe kâfir olmazsın. Dileksiz küfür, tenakuzdur. Hem kâfirsin, hem de küfrü istemiyorsun, böyle sey
olur mu?
Âcize emir vermek hem kötü bir seydir, hem çirkin bir sey. Âcize kızmak, gazap etmekse bundan da beterdir, hele merhamet
sahibi Tanrı kızar, gazap ederse!
Öküz boyunduruga gelmezse döverler. Fakat uçmıyan öküz, hiç dögülür mü, horlanır m?
Öküz bile hizmetten kaçarsa mazur tutulmuyor peki, öküz sahibi, neden mazur sayılsın?
Mademki, hasta degilsin, basını baglama.8htiyarın vardır, sakalına, bıyıgına gülme.
3105. Çalıs, Tanrı sarabını iç,bir tazelik bul da o zaman ihtiyarsız bir hale gelir, kendinden geçersin.
O zaman bütün ihtiyar, o sarabin olur. Sen de tam bir sarhos gibi tamamiyle mazur sayılırsın.
O zaman ne söylersen sözün, sarabin sözü olur. O zaman ne siler, süpürürsen silip süpürdügün, sarabın silip süpürmesi olur.
Tanrı kadehinden sarap içen sarhos, hiç adaletten ve dogrudan baska bir sey yapar mı?
Firavun, imana gelen büyücülerin ellerini, ayaklarını kestirecegi vakit Firavun'a yirmi kere dediler ki: Elimizin ayagımızın
kesileceginden pervamız yok.
3110. Bizim elimiz, ayagımız, o tek Tanrı'dır. Zahirî olsa bir gölgeden ibarettir, eksilebilir.
"Tanrı, neyi dilediyse o oldu" hadîsinin mânası. Yani dilek, onun dilegidir, onun rızasıdır. Onun rızasını arayın. Baskalarının
hısmından, baskalarının reddetmesinden gönlünüz daralmasın. Hadîsteki "Kâne oldu" sözü mazidir ama Tanrı isinde geçmis,
gelecek yoktur. Çünkü "Tanrı yanında ne sabah vardır, ne aksam."
Kulun "Tanrı, ne dilediyse o oldu" demesi, o iste tembel ol demek için degildir.
gu söz, kalbini saglam tutup çalısmaya tesviktir.O hizmette daha fazla gayrette bulun, o ise daha fazla alıs ve sarıl demektir.
Sana, adamım, ne dilersen dile. 8sin is, diledigin sey, diledigin gibi olacak deseler.
O zaman tembellik etsen de caizdir. Çünkü ne dilersen olup bitecek.
3115. Fakat "Tanrı, neyi dilediyse o oldu." Hüküm, mutlak ve ebedî olarak onundur derlerse,
Neden o ise yüzlerce adam gibi sarılmaz, kulcasına o isin etrafında dönüp dolasmazsın?
Vezir, neyi dilerse o olur. Alıp tutmada hüküm onun hükmü derlerse.
Derhal yüz adammıssın gibi onun etrafında dönüp dolasır, basına ihsan ve lûtuflar dökmesi için elinden geleni yapmaya mı
kalkısırsın;
Yoksa vezirden, vezirin köskünden kaçıp gider misin? Bu son hareket, onun yardımını,lXtfunu aramak degildir ki.
3120. Sen, bu sözü ters anladın da tembellestin, anlayısına ters bir hal oldu, akim karıstı gitti.
Emir, o filân efendinindir demek, ne demektir? Sakın ha,ondan baskasıyla az düs kalk.
Onun basına dön dolas. Emir, onun emri, düsmanı o öldürecek, dostun canini o kurtaracak.
O ne dilerse ancak ona nail olabilirsin. Onun için onun yanına az gitme, onu kaybetme, onu seç demektir.
Mademki hüküm, onun hükmü, onun yanın" ugrama, onun etrafında dönüp dolasma da amel defterin kapkara, yüzün
sapsarı olmasın demek degildir.
3125.O sözü, tevîl etmek gerektir ki seni kızıstırsın.
ümitlendirsin, çevik bir hale getirsin, âr ve haya sahibi etsin.
Eger sana gevseklik verirse bil ki bu, seni baska bir hale sokuyor, tevil degildir.
Bu söz, seni gayrete getirmek, ümitsizleri iki ellerinden tutmak için gelmistir.
Kur'an'ın mânasını, ancak Kur'an'dan, yahut da hava ve hevesini atese vurmus,
Kur'an'ın huzurunda alçalmıs,kurban olmus,ruhu,Kur'an kesilmis adamdan sor.
3130.Bir yag, tamamiyle güle feda olur, gül kesilirse ister onu yag diye kokla, ister gül diye!
"Kalem olacak seyleri yazdı, mürekkebi bile kurudu" demek de buna benzer. Yani "Kalemin mürekkebi kurudu, ibadetle günah
bir degildir, emin olusla hırsızlık edis bir degildir. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu, sükürle nankörlük bir degildir. Kalem
yazdı,mürekkebi bile kurudu, süphe yok Tanrı, ihsan sahiplerinin ecrini zayetmez", bunları yazdı da kurudu demektir.
"Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu" sözü de insanı, en önemli ise tesvik etmek içindir.
Su halde kalem, herkesin isine lâyık olan mükâfat ve mücazatı yazmıstır.
Egri gidersen kalem de sana egri yazar. Dogru gelirsen kalem de kutlulugunu artırır.
Zulmedersen kötüsün, gerisin geriye gittin. Kalem bunu yazdı ve mürekkebi kurudu. Adalette bulunursan saadete erersin,
kalem bunu yazdı, mürekkebi bile kurudu.
3135. Elinle hırsızlık edersen cezasını çekersin. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. Sarap içersen sarhos olursun. Kalem
yazdı, mürekkebi bile kurudu.
Reva görür müsün ki Tanrı, isten kalsın, hiçbir sey yapamasın.
8s,benim elimden çıktı,bir sey yapamam artık.Benim yanıma bu kadar gelme, bu kadar sızlanma desin,
"Kalem kurudu" sözünün mânası, benim yanımda adaletle sitem bir degildir.
Ben, hayırla serrin arasına bir fark koydum. Kötüyle daha kötüyü de ayırdım demektir.
3140. Bir zerre bile sende edep ve hayayı artırsa, dostunda bir zerre daha edepli olsan bil ki bu, Tanrının lûtfudur, ihsanıdır.
O bir zerre, senin kadrini artırır. O bir zerre, harice dag gibi ayak basar.
Bir padisah olsa da onun yanında emin kisiyle zâlimin bir farkı olmasa.
Onun kendisini reddedeceginden korkup titreyenle onun isini kınayanı.
Fark etmese, yanında ikisi de bir olsa bu adam, padisah degildir. Kara toprak, o adamın basına!
3145 Bir zerre bile senin çalısmanı atırsa Tanrı terazisinde tartılır.
Halbuki bu padisahların önünde can çekisip durursun. Çünkü bunlar,hiyanetle hakikati bilmezler,haberleri bile yoktur.
Bir kovucunun söziyle yıllarca süren hizmetini zayi ediverdi.
Fakat her seyi duyan, her seyi gören bir padisah, koyucuların sözlerine aldırmaz bile.
Bütün kovucular, ondan ümitlerini keser, meyus olurlar. Fakat bize geldiler, kovuculuk ettiler mi onlara baglılıgımız artar.
3150. Padisaha, bizim önümüzde nice kovuculukta bulunurlar, cefakârlıklarımızı söylerler. Yürü, artık kalem kurudu, az vefakâr
ol derler.
"Kalem yazdı, mürekkebi kurudu'' sözünün mânası, cefa ile vefa birdir demek degildir.
Cefaya karsılık cefa.. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O vefaya karsılık da vefa.. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu
demektir.
Af vardır, fakat ümit parlaklıgı nerde ki kul, Tanrı'dan çekinmeyle yüzü ak olsun?
Hırsız af edilse bile canını kurtarır. Fakat nerde vezir ve hazine emini olacak?
3155. Ey din emini, ey Tanrı'ya mensup er, gel ki her tac, her bayrak, eminlikten meydana gelir!
Padisagın oglu bile olsa da hainlikte bulunsa padisah, bil ki onun basını bedeninden ayırıverir.
Fakat Hintli bir kara köle vefada bulunsa devlet ve ikbale erisir, ömrü artar.
Ne kölesi? Hattâ bir kapının köpegi bile vefada bulunsa sahibinin gönlünde ona karsı yüzlerce rıza vardır.
3160 Bu yüzden köpegin, agzını bile öper. Artık var kıyas et, kapısındaki aslan, vefakârlık etse ona neler yapmaz?
Yalnız hırsız, kulluklar eder, dogrulugu, cefayı kökünden çekip sökerse..
Hani yol kesen Füzeyi gibi. O da oyununu iyi oynadı; bir adam gibi degil, on adam gibi tövbeye sarıldı.. Bu çesit hırsız da
yücelir, devlete erer.
Nitekim büyücüler, sabır ve vefalariyle Firavun'un yüzünü kararttılar.
Evvelce yaptıkları suça karsılık ellerini, ayaklarını feda ettiler. Bu is, yüzlerce yıl ibadette bulunmaya benzer mi hiç?
Sen, elli yıl ibadette bulunur, kulluk edersin ama nerden böyle bir dogrulugu elde edeceksin?
Bir yoksul, Herat'ta Horasan Amidi'nin süslenmis, bezenmis kullarını gördü. Arap atlarına binmisler, altın sırmalı elbiseler
giyinmisler, altınlı külahlar giymisler, daha baska çesit süslenmisler, bezenmislerdi. Bunlar hangi beyler, nerenin padisahları
diye sordu.Dediler ki: Bunlar bey degil, köle. Horasan Amidi'nin köleleri.Yoksul basını göge kalırdı da ey Tanrı dedi, kula
bakmayı Amid'den ögren. Orada maliye bakanına Amid derler.
3165. Herat sehrinde bir küstah yoksul, mevkii yüksek bir köleyi gördü.
Sırtında atlas bir elbise, belinde altın bir kemer vardı. Köle giderken yoksul, yüzünü gökyüzüne kaldırdı da dedi ki:
Tanrı, kula bakmayı neden bu ihsan sahibi efendiden ögrenmezsin?
Ey Tanrı, kula bakmayı bu uludan, padisahımızın, seçtigi bu yüce kisiden ögren bari.
Yoksul muhtaçtı, çıplaktı, hiçbir seyi yoktu. Kısın soguktan tirtir titriyordu.
3170. O kendinden haberi olmıyan adam, bu yüzden böyle bir cürette bulundu.
Tanrı'nın binlerce ihsanına, onun nedimi olduguna, onu bilenler arasına katıldıgına güveni vardı.
Padisahın nedimi bir küstahlıkta bulunursa bu-hareketi, kendine senet yapma.
Tanrı,bel verdi. Elbette bel, kemerden iyidir. Fakat taç veren adam, bas da verebilir mi?
Sonunda bir gün padisah, o efendiyi (Amid'i) bir suç altına aldı, elini ayagını baglattı.
3175. Efendinizin definesi nerede? Gösterin diye kölelere iskence etmeye basladı.
A asagılık adamlar, onun sırrını söyleyin bana.. Yoksa dilinizi, bogazınızı keserim diye,
Tam bir ay onlara gece gündüz iskence ettirdi.
Onları paramparça etti. Bir tanesi bile efendilerinin sırrını söylemediler.
Bu sırada yoksul uyurken hatiften ses geldi: Ey ulu er, gel de sen de kul olmayı bunlardan ögren!
3180.Ey Yusufların derisini paralıyan, seni de bir kurt paralarsa bunu kendinden bil.
Bütün yıl dokudugunu giyin, bütün yıl ektigin" biç!
Anbean sana gelip çatan bu dertler, senin yaptıklarının cezasıdır. 8ste "Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu"nun mânası budur.
Bizim âdetimiz degismez, dogru yolu gösteririz. iyilige karsılık iyilik,kötülüge karsılık da kötülük demektir.
Ne yapacaksan düsün de öyle yap, çünkü Süleyman diridir. Sen Seytan oldukça kılıcı sıyrılmıstır.
3185. Fakat bir adam melek oldu mu kılıçtan emindir, Süleyman'dan hiçbir korkusu yoktur onun.
Süleyman'ın hükmü, melege degildir .Seytanadır.Eziyet,zahmet,topraktadır,gökte degil.
Bu cebir inanısını bırak, pek bostur bu inanıs. Bu inanısı bırak da cebrin sırrının sırrı nedir, anla.
Bütün tembellerin malı olan su cebri bırak da can gibi olan o cebirden bir haber al.
Mâsuklugu bırak da âsık ol ey güzel ve üstün oldugunu sanan!...
3190. Sen mânada geceden de dilsiz, sessizsin, öyle oldugu halde sözüne niceye bir müsteri arıyacaksın?
Onlar, senin önünde sana as sallayıp dururlar, ömrün, onların sevdasiyle geçti gitti.
Bana hasetten kıvranma diyorsun ama adam, bir hiçi kaybetti diye haset eder mi hiç?
Asagılık kisilerin bir sey ögretmesi toprak parçasına nakıslar yapmaya benzer a aç gözlü!
Kendine askı ve bakısı ögret.Bu bilgi,tasa kazılan nakıs gibidir.
3195. Nefsin sana bir vefa sakirdidir. Baska her sey yok oldu. Sen nerede ne arıyorsun ki?
Baskalarını bilgi sahibi ediyor, yüceltiyor, fakat kendini kötü huylu ve bombos bir hale sokuyorsun Gönlün,o cennete dolastı
mi,o kaynakla birlesti mi artık kendine gel, bosalmadan korkma.
Tanrı, ey dogru özlü Peygamber, söyle dedi. Çünkü bu,denizdir,söyle,azalmaz.
Yine "Susun ve dinleyin" dendi. Yani kendinize gelin, suyunuzu telef etmeyin, bag susuzdur.
3200. Babacıgım, bu sözün sonu gelmez. Bu sözü bırak da sonuna bak.
Gayretim koymuyor, senin önünde dursunlar, âsık olmadıkları halde sana gülsünler!
Asıkların, anbean kerem perdesi ardında senin için nara atmadalar.
Sen de o gayp âsıklarına âsık ol,su bes günlük âsıklara pek aldırıs etme.
Bunlar, hileyle, düzenle seni yerler. Yıllardır bunlardan bir habbe bile görmedin.
3205. Halkın yoluna niceye bir hengâme salıp duracaksın? Ayagın mecruh senin,hiçbir muradına ermedin gitti.
iyilik, hosluk zamanında hepsi dosttur,estir. Fakat dert ve gam zamanı Tanrı'dan baska kim sana dost?
Gözün, disin agrıdıgı zaman feryada erisen Tanrı'dan baska elinden tutan var mi?
Sen de o hastalık, o dert zamanını hatırla da Eyaz gibi postuna bak, ibret al.
Pösteki, senin o derde düstügün zamanki halindir.Eyaz, onun için onu saklamıstır.
Yine o kâfir cebrînin kendisini 8slama davet eden, cebir inanısını bırakmaya tesvik edip duran sünniye cevap vermesi, sual ve
cevabın iki taraflı olarak uzayıp gitmesi. Müskül olan seyi ve cevap verme kudretini ancak hakikî ask halleder, kesip atar, askın
sualden, cevaptan pervası yoktur. "Ve bu da Tanrı'nın ihsanıdır, diledigine verir."
3210. Cebrî kâfir, öyle bir cevap vermeye giristi ki müslümanın mantıgı, âdeta cevaptan âciz kaldı,sasırdı.
Fakat ben o cevaplarla sualleri hep söylersem söyliyecegim sözü bırakmalıyım.
Halbuki bizim ondan daha mühim söyliyecegimiz seyler var ki onlarla anlayısın daha ziyadelesir.
Onun için o sual cevabı azıcık ve kısaca anlattık. Bütün, azla meydana çıkar zaten.
Esasen kadere inanmıyanla cebrî arasındaki bu bahis, mahsere kadar sürer gider.
3215. Hasmını alt edemeseydin onun mezhebine uyar, onun yolunu tutardın.
Onlar da cevapta âciz kalsalardı o bozuk yoldan dönerlerdi.
Fakat bu gidisin böyle olması lâzım ki onların hepsi,delillerle yollarının dogruluguna kanmadalar.
Kimsenin, hasmın müskül suallerini cevapsız bırakmaması, düsmanın devlet ve ikbalinden mahcup olması, o devleti
görmemesi lâzım ki,
Bu yetmis iki fırka, kıyamete kadar âlemde kalsın.
3220.Çünkü bu âlem, karanlıklar ve gayb âlemidir. Gölge için bir yeryüzü lâzım.
Kıyamete dek su yetmis iki fırka kalmadı ki bid'at yolunu tutanın dedikodusu eksilmesin .
Degerli olan hazinenin birçok kilitleri olur. Hazinenin degeri bundan anlasılır.
Maksadın yüceligi de ey sınanan adam, yolun sıkıntısından, yolda asılmaz geçitler ve yol kesiciler bulunmasından belli olur.
Kâbenin serefi, o sıkıntılarda, çöl Araplarının yol kesiciliginde ve çölün uzunlugundadır.
3225.8yi olan her gidisin, her yolun bir tehlikesi, bir manii, bir yol kesiciligi vardır.
Bu gidis, öbürüne hasededer, düsman kesilir. Mukallit de iki yolun arasında sasırır kalır.
Her iki yolun dogrulugu, yürüyüste birbirine zıd görünür. Her fırka, kendi yolunda hostur, o yoldan memnundur.
Bir yolun yolcusu, cevap vermezse kavgaya girisir. Bu, ezelden kıyamete kadar böyle gelmis, böyle gider.
Her fırka, biz bilmeyiz ama ulularımız, buna cevap verebilir der.
3230.Vesvesenin agzını baglıyan, ancak asktır.Yoksa vesveseyi kim baglıyabilmistir ki?
Yüzü güzel dilber ara da âsık ol. Dere dere dolan, bir su kusu tut.
Yüzünün suyunu döken sudan ne elde edebilirsin? Anlayısını mahveden seyden ne anlarsın?
Su akılla anlasılacak seylerden baska askta, akılla anlasılacak daha nice parlak ve güzel seyler vardır.
3235. Tanrı'da senin bu aklından baska akıllar var ki 5kyüzünün sebepleri onlarla tedbire girer.
Rızıklarını bu akılla elde dersin. Öbür akla gelince: Onunla yedi kat gökleri, kendine bir döseme yaparsın.
Tanrı sevgisine düser, aklınla oynarsan Tanrı, sana o aklın onlarca fazlasını, hattâ yedi yüzünü ihsan eder.
O kadındır, akıllarıyle oynadılar da Yusuf'un ask sayvanına sıçradılar.
Ömür sakisi, bir an onların akıllarını aldı, ömürlerinin sonuna kadar akla doydular, adını bile anmadılar.
3240. Ululuk ıssı Tanrı'nın güzelligiyse yüzlerce Yusuf güzelliginin de aslıdır. Ey kadından asagı adam, o güzellige feda ol.
Ey can, bahsi ancak akıl keser. Nerde insanı dedikodudan kurtarıp feryada yetisen biri?
O söze ask yüzünden bir hayrettir gelir, macerayı nakletmeye takati kalmaz.
Çünkü bir cevap verirse içindeki incinin düseceginden korkar.
O, hayırdan da adamakıllı dudagını yummustur,, serden de. Agzından incinin düseceginden ürker. Nitekim Peygamber'in dostu
da demistir ki: Peygamber, bize bir seyden haber verdi, bir sey söyledi mi..
3245. O seçilmis Peygamber, bu incileri saçtıgı sırada bizden yüzlerce huzur, yüzlerce vekar isterdi.
Hani basında bir kus olur da uçmasın diye canin titrer.
Yerinden bile kımıldamaz,o güzelim kus havalanmasın dersin.
Nefes alma,öksürügün bile gelse kendini sıkar,o devlet kusu uçar diye korkundan öksürmezsin bile.
O sırada birisi sana tatlı,yahut acı bir söz söylese agzına parmagını kor,sus demek istersin.
3250.8ste o kus hayrettir,seni susturur.Tencerenin agzını kapatır,seni kaynatmaya baslar.
Padisahın,Eyaz'ı söyletmek üzere mahsus 'Bunca gamı,neseyi,cansız bir sey olan çarıkla pöstekiye neden söylersin?'diye sordu
Ey Eyaz,bir çarık parçasına su sevgi nedir?Neden bir put gibi ona asıksın?
Mecnun gibi kendi Leyla’ndan yüzünü çevirmissin de bir çarıgı kendine din,iman edinmissin.
8ki eski çarıga niceye kadar bir taze sözler söyleyerek,cansız bir seye ezeli sırrı açacaksın?
3255.Ey ayaz,Araplar gibi sevginden çöllerde kalan çadır yerlerine,oralardaki döküntülere uzun uzun hitap ediyorsun.
Çarıgın göçüp giden hangi sevgilinden kalma?Pöstekin,sanki Yusuf'un gömlegi!
Hıristiyan,gibi hani..gider de kesise bir yıllık suçunu,yaptıgı zinaları,kalbinden geçirdigi kötülükleri sayıp döker.
Kesis,suçunu bagısladı mı,onun affını Tanrı affı bilir.
Halbuki o papaz,ne suç bilir,ne adalet.Ama ask ve inanıs,pek kudretli bir sihirbazdır.
3260.Dostluk ve vehim,yüzlerce Yusuf yaratır.Büyü zaten Harut'la Murat'tan kalmadır.
8nsan,sevgilinin hatırasiyle bir suret yaratır.O suretin çekisi,seni dedikoduya sevk eder.
Suretin önüne varır,yüz binlerce sır dökersin,dostun dosta sır söylemesi gibi.
Halbuki orada ne bir suret vardır ,ne bir heykel.Öyle oldugu halde ondan yüzlerce Elest duyulur,bundan yüzlerce Bela.
Nitekim gönlü yaralı bir ana da yeni ölmüs yavrusunun yanına,
3265.Candan yürekler sırlar söyler.O cansız toprak,ona diri görünür.
O topragı diri ve canlı sanır,o toprak yıgınının gözü,kulagı vardır zannına kapılır.
Onca o topragın her zerresi duyar,o costu mu,feryadını istir,anlar.
Ana,çocugunun yeni mezarının topragına anbean gözyaslarıyla kapanır,yüzünü,gözünü sürer.
3270.Oglu diriyken bile o canının canına, o can yavrusuna asla böyle yüzünü,gözünü sürmemistir.
Fakat bu ölümden birkaç gün geçti mi sevgisinin atesi yatısır.
Ölüye karsı ask ebedi olmaz ki.Sen,cana canlar katan diriyi sev.
Bu acı geçti mi o mezarın karsısında durmaktan yorgunluk gelir,uykusu gelir.Cansız bir seyden ancak cansız bir sey dogar.
Çünkü ask,afsununu çalmıs,gitmistir.Ates sönüverdi mi kül almıstır.
3275.Gencin aynada gördügünü ihtiyar,tamamiyle kerpiçte görür.
Pir,senin askındır,sakalı da ak olan degil.Pir,yüz binlerce ümitsizin elinden tutandır.
Ask,ayrılık aleminde suretler düzer.Fakat insan,hakiki sevgiliyle bulustu mu tasavvur bile edilmiyen,tasvire bile sıgmayan
hakikat meydana çıkar da,
Der ki:Aklın ve akıllının da aslının aslı benim,sarhosun da.Suretlerdeki o güzellik,bizim aksimizdir.
Simdi perdelerini kaldırarak,güzelligimizi vasıtasız gösterdik.
3280.Çünkü benim aksimle çok ugrastın,nihayet zatının tecrit kuvvetini buldun.
Bu taraftan benim cezbem gelince Hıristiyan,arada papazı görmez.
Halbuki o,papaz perdesinin ardındaki Tanrı lutfundan bagıslanmasını,o lutuftan cürüm ve hatanın yargılanmasını,diler.
Bir tastan bir kaynak çıkıp aksa tas,artık o akar suyun içinde gizli kalır.
Ondan sonra artık kimse ona tas demez.Çünkü o tastan o inci çıkıp akmaktadır.
3285.Bu suretleri kaseler bil.Bu kaselere,Hak ne dökerse o dolar.
Mecnun'a akrabasının "Leyla'nın güzelligi pek o kadar fazla degil. Sehrimizde ondan daha güzel nice kızlar var. Sana bir
tanesini,iki tanesini gösterelim de içlerinden birini seç,bizi de bu dertten kurtar,kendini de"demeleri.Mecnun'un onlara cevap
vermesi.
Ahmaklar, bilgisizliklerinden Mecnun'a dediler ki:Leyla,pek o kadar ahım sahım bir sey degil.
Sehrimizde ondan daha güzel ay gibi yüz binlerce kız var.
Mecnun dedi ki:Suret testidir,güzellik sarap,Tanrı,bana onun suretinden sarap içirmede.
Halbuki onun testisinde size sirke verdi de onun için onun sevgisi,sizin kulagınızı tutup çekmede.
3290.Tanrı,bir testiden hem zehir verir,hem bal.Onu,buna veren de ulu Tanrı'dır,bunu,suna veren de.
Testiyi görüyorsun ama o sarap,dogru olmayan göze görünmez.
Can zevki,ehlinden baskasını bakmaz,hısmından baskasına nisane vermez.
O sarap,ehlinden baskasını görmez.Su zarf hicapleriyse onu gizliyen çadırlara benzer.
O deniz,bir çadırdır ki onun içinde kaz yasar.Fakat kuzgunlar ölürler.
3295.Zehir,yılana gıdadır,azıktır.Ondan baskasınaysa yılanın zehiri,derttir,ölümdür.
Her nimetin,her mihnetin suresi,bana cennettir,ona cehennem.
Su halde gördügünüz bütün cisimlerle bütün esyada hem gıda vardır,hem zehir,fakat siz görmezsiniz.
Her cisim,bir kaseye,bir testiye benzer.Onda hem gıda vardır,hem gönül yakıcı bir hassa.
Kase meydandadır,içindeki gıda gizli.O kaseden ne yedigini,yalnız yiyen bilir.
3300.Yusuf'un sureti,güzel bir kadehti.Babası o kadehten yüzlerce nese sarabı içerdi.
Fakat kardesleri,ondan zehirli bir su içtiler de bu yüzden öfkeleri,kinleri arttı.
Sonra yine Zeliha,sekerler yedi,asktan bir baska çesit afyon yuttu.
O güzel,Yusuf'tan Yakub'un aldıgı gıdadan baska türlü bir gıda aldı.
Çesit çesit serbetler,fakat testi bir.Bu suretle de gayb alemine ait hiçbir süphen kalmaz ya.
3305.Sarap gayb alemindendir,testi bu cihandan,Testi meydandadır,içindeki sarap,gizliden gizli.
Namahremlerin gözlerinden pek gizli ama mahremlere meydanda,apaçık
Tanrım,gözlerimiz sarhos bir hale geldi.Yüklerimiz sırtımızı agırlastırdı,büktü.Sen bizi affet.
Ey gizli Tanrı,o alemde de doldun,bu aleme de.Dogu nurunun da üstüne yüceldin,batı nurunun da.
Sen,bir sırsın ki sırrımızı açıga vurur,bilirsin.Sen bir fecirsin,kin nehirlerimizi kaynatır akıtırsın.
3310.Ey zatı gizli,ihsanı duyulur Tanrı,sen su gibisin,biz degirmen tasına benzeriz.
Sen yel gibisin,biz toz gibi.Yeli gizlersin de tozu meydandadır.
Sen bir baharsın,biz bag gibi yemyesil,hos bir haldeyiz.O gizlidir,ihsanı asikar.
Sen can gibisin,biz ele,ayaga benzeriz.Elin tutup koyvermesi,can vasıtasiyledir.
Sen akıl gibisin,biz su dile benzeriz.Bu dil,su anlatısı akıldan alır,akıldan beller.
3315.Sen sevinç gibisin,biz gülme gibi.Yani sevincin sonu güler,neseleniriz.
Bizim hareketimiz,her an sana bir tanıklık vermede;ululuk ıssı Tanrı'ya bir tanıktır.
Degirmen tasının ıstıraplarla dönüsü de,suyun varlıgına tanıktır.
Ey benim vehnimden,dedikodumdan dısarı olan Tanrı,toprak benim de basıma,getirdigim örnegin de basına!
Kul,sabredemez,güzel güzel tasvirlerde bulunur.Her an sana,canım,ayaklarının altına yayılmıs dösemedir.
3320.Hani o çoban gibi.O da yarabbi,seni arayan çobana gel.
Gel de gömlegindeki bitleri ayıklıyayım,kırayım.Çarıgımı dikeyim,etegini öpeyim diyordu ya.
Kimse ask ve muhabbette ona es olamazdı,fakat Tanrı'yı tesbih etmeyi,ona söz söylemeyi bilmiyordu.
Onun askı,gökyüzüne çadır kurmustu.Köpege benzeyen can,o çobanın önünde bir köpek kesilmisti.
Tanrı askının denizi cosunca onun gönlüne vurdu,senin kulagına degdi.
Cuha'nın çarsaf giyip kadınlar arasına karısarak vaz dinlemesi ve bir harekette bulunması yüzünden kadının birinin onu tanıyıp
erkektir diye nara atması.
3325.Sözü kuvvetli,cerbezesi yerinde bir vazeden vardı.Mimbere çıkmıs vaız ediyordu.Kadın,erkek herkes mimberin dibine
toplanmıstı.
Cuha da bir çarsaf giyip yüzünü örttü,kadınlar arasına karıstı.Kimse onu tanımıyordu.
Bir kadın,vaız edene gizlice sordu:Kasıktaki kıllar,namazın bozulmasına sebep olur mu?
Vaiz dedi ki:Uzun olursa namaz mekruh olur.
Ya hamam otuyla,ya ustra ile tras etmen lazım ki namazın tamam olsun,kabul edilsin.
3330.Kadın:Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi.
Vaız eden dedi ki:Bir arpa boyu uzun olursa tras etmek farzdır.
Cuha,hemen kızkardes dedi,bak bakalım,benim kasıgımın kılı o kadar olmus mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla.
Bakalım,mekruh olacak kadar uzamıs mı?
Yanındaki kadın,Cuhanın salvarına el atar atmaz eline aleti geldi.
3335.Derhal siddetli bir nara attı.Hoca,sözüm gönlüne tesir etti dedi.
Cuha dedi ki:Hayır,gönlüne tesir etmedi,eline tesir etti.A akıllı adam,gönlüne tesir etseydi vay haline!
O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu,el de.
Padisahım,bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa,onun eli ayagı oldugu için pek incinir.
Halbuki onlar,elleri,ayakları kesilecegi halde "Bize zarar olmaz ki"diye nara attılar,naraları gökyüzüne vardı.Hadi,gel kes
dediler,can,can çekismeden kurtulur.
3340.Biz bildik ki su tenden ibaret degiliz.Beden olmaksızın da Tanrı ile yasarız.
Ne mutlu o kisiye ki kendi zatını tanıdı,ebedi emniyet sahasında bir kösk kurdu.
Çocuk,ceviz ve kuru üzüm için aglar.Halbuki bu,büyük adama göre hiçbir sey degildir
Gönüle göre de beden,cevizle kuru üzümdür.Çocuk,nerden büyüklerin bilgisine sahip olacak?
Kim,perde ardındaysa zaten çocuktur.Er ona derler ki kırılmaz.
3345.Bir adam,sakalla,hayayla erkek olsaydı keçinin de sakalı var,tüyü var.O da adam olurdu.
Halbuki o keçi,kötü bir kılavuz olur,kendisine uyanları ancak kasaba çeker,götürür.
Sakalını tara,ben ilerigelen biriyim demek ister.Dogru ilerigelensin ama ölüme ve gama!
Kendine gel de sakaldan vazgeç,kendine bir yol tut,bu benligi,bu tesvisi bırak.
Bu suretle de asıklar için gülsuyu kesil,gül bahçesine kılavuz ol,öne düs.
3350. Gül kokusu nedir?Akıl nefesi,ebediyet ülkesinin güzel kılavuzu.
Padisahın tekrar Eyaz'a,çarıkla pösteki isini açıkça söyle de kapı yoldasların bundan ögüt alsınlar,çünkü"Din,ögütten
ibarettir"demesi.
Eyaz,çarıgın sırrı nedir,söyle.Bir çarıga bu kadar niyazın nedeni nedir?
Söyle de Sunkur'la arkadasın Bekbaruk duysun,pöstekiyle çarıgın sırrının sırrını anlasın.
Eyaz,kulluk senden nurlandı.Nurun,asagılık alemden kurtuldu gökyüzüne yüceldi.
Senin yüzünden kulluk,hür kisilerin hasret çektikleri bir sey oldu.Sen,kulluga hayat vereli hürler bile kulluga özenir oldular.
3355.8nanmıs,adam ona derler ki her hususta kafir bile onun imanına hased etsin,özensin.
Ebayezid'in zamanında bir kafire"Müslüman olsana"dedikleri vakit o kafirin bu söze cevap vermesi
Bayezid'in zamanında bir kafir vardı.Ona kutlu bir müslüman dedi ki:
Ne olur müslüman olsan da yüzlerce kurtulusa erissen,ululuklar bulsan.
Kafir dedi ki:Eger müslümanlık,alemin seyhi Bayezid'in müslümanlıgıysa,
Ben ona takat getiremem.O,benim çalısmalarımdan çok üstün.
3360.Dine,imana inanmıyorum ama onun imanına adamakıllı iman etmistim.
8manım var ki o,herkesten yüce,pek latif,pek nurlu.
Agzım adamakıllı mühürlü,iman edemem ama gizliden gizliye onun imanına müminim.
Yok..eger sizin imanınız,imansa ona ne meylim var,ne istiham.
8mana yüzlerce meyli olan,sizi gördü mü sogur,kesilir.
3365.Çünkü sizin imanınızdan adam,yalnız bir ad görür,manası yoktur.Nasıl olur da çöle kurtulus yeri denir?
Sizin imanınıza bakan kisinin imana olan sevgisi sogur gider.
Sesi çirkin müezzinin,kafir ülkesinde ezan okuması ve bir kafirin ona hediye vermesi
Bir müezzin vardı,sesi pek çirkindi.Kafir ülkesinde ezan okurdu.
Ezan okuma,savas çıkar,düsmanlık uzar dedilerse de.
8nat etti,pervasızca o kafir ülkesinde ezan okumaya koyuldu.
3370.Halk,umumi bir kargasalıktan korkarken bir de baktılar,elinde bir elbise,kafirin biri çıka geldi.
Dostlar gibi eline mum ve helva almıs,öyle bir latif elbiseyi hediye getiriyordu.
Söyleyin,o müezzin nerede?Onun selası ve ezanı,bana rahatlık verdi diye sormadaydı.
Yahu dediler.Nasıl olur?Hiç o bet ses,insana rahatlık verir mi?Kafir dedi ki:Sesi,kiliseye,gelince;
Benim pek güzel,pek yüce bir kızım var,çoktandır müslüman olmak isterdi.
3375.Bu sevda,kafasından bir türlü çıkmıyordu.Bunca kafir ona ögüt verdi.
Fakat gönlünde iman sevgisi,öyle bir yerlesmisti ki.Bu dert,adeta bir buhurdanlıktı,ben de ödagacı.
Anbean imana yöneldikçe ben,dert,azap ve iskence içindeydim.
Bu hususta elimde hiçbir çare yoktu;nihayet bu müezzin ezan verince,
Kızım,bu çirkin ses nedir?Kulagıma geldi de beni berbad etti.
3380.Bütün ömrümde bu kilisede,su manastırda bu derece çirkin bir ses duymadım dedi.
Kızkardesi,bu ezandır,müslümanlar okur,müslümanları ibadete çagırırlar dedi.
8nanmadı,baskasına sordu,o da evet deyince,
8nandı,yüzü sapsarı kesildi,müslümanlık hevesi kalmadı.
Ben de tesvisten,azaptan kurtuldum,dün gece korkusuz,rahat bir uyku uyudum.
3385.Onun sesinden bundan dolayı rahatlastım.Onun için de ona hediye getirdim;nerde o adam?
Müezzini görünce bu hediyeyi kabul et dedi,beni dertten kurtardın,elimi tuttun.
Bana öyle bir ihsanda bulundun ki senin azat kabul etmez bir kulun oldum.
Malda,mülkte,zenginlikte tek bir kisi olsaydım agzını altınla doldururdum.
8ste sizin imanınız da bunun gibi riya,geçici bir sey.O ezan gibi yol kesici.
3390.Fakat Bayezid'in imanına,onun dogruluguna karsı gönlümde nice hasret var.
Hani su kadın gibi..Esegin çiftlesmesini gördü de dedi ki:Amanın,su tek erkege bakın!
Çiftlesme buysa bizim kocalarımız,bizimle çiftlesmiyorlar,içimize aptes bozuyorlar.
Bayezid,imanın bütün sartlarını haiz..Aferinler olsun bunun gibi tek aslana!
Onun imanının bir katrası denize gitse deniz,o katrada gark olur.
3395.Nitekim bir zerrecik ates,ormanlara düsse o zerre,bütün ormanları yakar,yok eder.
Padisahın,yahut ordunun gönlündeki hayal gibi.O hayal de hayaldir ama savasta düsmanları mahveder.
Muhammed'in yüzünde bir yıldızdır parladı,kafirlerin,çıfıtların gevherleri yok oldu.
8mana erisen aman buldu,imana gelmiyenlerin süphesi iki kat oldu.
Önce gelenlerin halis küfrü kalmadı da yerini ya müslümanlık tuttu,ya korku..
3400.Bu da hileyle suyu yaga karıstırmaktır.Bu örnekler,nurun zerresine esit olamaz.
Zerre,bir cisimden ayrılmıs,küçücük bir parçadan baska bir sey degildir.Zerre,taksim kabul etmiyen günes olamaz ki.
Zerre demekte bil ki gizli bir muradım var.Sen,denize mahrem degilsin,ancak köpüksün simdi.
Seyhin parlak iman günesi,seyhin can dogusundan yüz gösterse,
Bütün asagılık alemi ta yerin dibine kadar hazine kesilir,bütün yücelikler alemi,yemyesil cennete döner.
3405.Onun aydın nurdan bir canı var.Hor hakir topraktan bir bedeni.
Sastım kaldım,acaba o,bu mu,yoksa o mu?Söyle,bu iste müsküle düstüm.
Kardes,eger o,bu ise o nedir ki yedi kat gök,onun nuriyle dolmus.
Yok..o,bu degilse dostum,su beden nedir öyleyse?Acaba bu ikisinden hangisi,o kim?
Bir kadının,kocasına eti kedi yedi demesi,kocasının,kediyi terazide tartması,kedinin yarım batman gelmesi üzerine a kadın,et
yarım batmandı,biraz da fazlaydı.Eger bu etse kedi nerde,yok,bu kediyse et hani demesi.
Bir adamın bir karısı vardı. Pek hilebaz,pek kötü huylu ve yol kesici bir kadındı.
3410.Adam,eve ne getirirse harcar,telef ederdi. Adam da sesini çıkarmazdı.
Bir gün adam,konugunu agırlamak için yüzlerce sıkıntıyla biraz et aldı,eve getirdi.
Kadın onu kebap edip sarapla sildi,süpürdü.Adam gelince de düzensiz sözlerle hileye basladı.
Adam dedi ki:Konuk geldi.et nerde?Konuga yemek çıkarmak lazım.
Kadın eti su kedi yedi,hadi git et al yine dedi.
3415.Adam,Aybek dedi,teraziyi getir,su kediyi bir tartayım.
Terazi geldi,kediyi tarttı,yarım batman geldi.Bunun üzerine a hilebaz kadın dedi,
Et yarım batmandı,yarım okka kadar da fazlalıgı olacak.Kedi de tam yarım batman geldi.
Eger bu,kediyse söyle,et nerede?Yok,bu etse hadi var,bucak bucak kediyi ara.
Bayezid de buysa o ruh nedir?O,o ruhsa su suret kim?
3420.Dostum,hayretler içinde hayrete düstüm.Bu,ne senin isin,ne benim isim.
Her ikisi de odur.Fakat mahsulün aslı tanedir,o saman çöpü,feridir.
Tanrı hikmeti,bu zıtları birbiriyle kaynastırdı.Ey kasap,su oyluk eti,gerdanla beraber iste.
Ruh,bedensiz bir is yapamaz.Kalıbın da ruhsuz sogur,donar.
Kalıbın meydandadır da canın gizli.Alemin sebepleri de su ikisinden düzelmistir.
3425.Topragı,bir adamın basına atarsan bas yarmaz.Suyu birinin basına atsan yine bas yarılmaz.
Bas yarmak istiyorsan suyla topragı birbirine katıp kerpiç yapman gerek.
Bas yardın mı o kerpiçin suyu,aslına gider,ayrılıs gününde toprak da topraga kavusur.
Tanrı'nın suyla topragı birlestirmesindeki hikmeti,niyazla,inattan hasıl olur.
Ondan sonra daha baska birlesmeler meydana gelir ki onları ne kulak duymustur,ne göz görmüstür.
3430.Kulak duysaydı kulak olarak kalır, yahut artık baska sözleri duyabilir miydi?
Kar ve buz, günesi görseydi buzluktan ümidini keser giderdi.
Damarlarına, iliklerine kadar su kesilirdi de bava Davud'u, ondan zırh yapardı.
Her agacın canına derman olurdu. Her agaç, onun kudumiyle devlet bulurdu.
Halbuki o donmus buz, öylece kalakaldı da agaçlara, bana dokunmayın demeye basladı.
3435.O buz gibi donup kalan adamın cismi de ne bir seyle uyusup birlesir, ne de bir sey, onunla uzlasır.O, ancak kendi nefsinin
hırsı pesindedir.
O da faydasız degildir, ondan da cigerler tazelenir. Fakat yesillik çavusu da degildir, yesillik padisahı da degil.
Eyaz, senin yıldızın, pek yücedir. Her burç, ona durak olamaz.
Himmetin öyle her vefayı begenir, saflıgın, öyle her saflıgı seçip kabul eder mi hiç?
Bir beyin, kölesine, git, sarap getir demesi. Köle sarap testisiyle sarap getirirken dogrulukla emreden bir zahidin, yolda bir
tasla testiyi kırması. Emîrin, duyunca zahidi tedibe gitmesi. Bu vak'a Isa aleyhisselâm zamanında oldu. O vakit daha sarap
haram edilmemisti. Fakat zahit, takva göstermede ve halkı zevkten alıkoymaktaydı
Neseli ve saraba düskün bir bey vardı.Her mahmurun, her çaresiz kisinin sıgındıgı bir zattı.
3440. Esirgeyici, yoksulları korur, adaletli, altınlar, inciler bagıslayıcı, deryadil bir adamdı.
Erlerin padisahı, inanmıs adamların beyi, yol bilir,sırdan anlar, dostlarını görür gözetir bir zattı.
8sa'nın zamanı, Mesih'in devriydi. Halkın gönlünü alan, kimseyi incitmemeye gayret eden o güzel beye,
Bir gece ansızın konuk geldi. O konuk da onun gibi hos ve iyi bir beydi.
Neselensinler diye sarap içmek istediler. O zaman sarap helâldi.
3445.Sarapları azdı, dedi ki: Köle, yürü, testiyi doldur,bize sarap getir.
Filân kesiste halis sarap var. Ondan al da canımız, ileri gelenlerin derdinden de halâs olsun, halkın derdinden de.
O kesisin sarabının bir katrası, binlerce testi, binlerce küp sarabın yaptıgını yapar.
O sarapta gizli bir maya var, nitekim bazı erler vardır ki aba altında sultandır onlar.
Sen, paramparça hırkaya az bak. Anlasılmasın diye altının da yüzünü karartırlar.
3450. Lâal, görünüste bugulu görünür ama kötü göz,onu begenmesin diyedir bu.
Hazine ve mücevherat, ev içinde olur mu hiç? hazineler, daima yıkık yerlerdedir.
Adem'in hazinesi de yıkık yere gömülmüstü de bu yüzden o melun Seytan’ın gözü,onu görmedi.
O, topraga hor baktı. Fakat can, ona bu toprak, sana bir set olmustur demedeydi.
Köle, iki testi alıp yola düstü. Derhal kesislerin manastırına vardı.
3455 Altını verip o altın gibi sarabı aldı. Tası verip karsılıgında gevheri satın aldı.
O sarabi ki padisahların basına sıçrar da sakinin basına altın taç koyarlar.
O sarabi ki fitneler, kargasalıklar çıkarır, kullarla padisahları birbirine katar.
O sarabi ki kemikleri eritir de tamamiyle can yapar, o zaman tahtayla taht bir olur.
Ayıkken kulla padisah suyla yag gibidir ama sarhosluk vaktinde tendeki cana dönerler.
3460. Heriseye benzerler, artık farkları kalmaz. Fakat
bu makama varıp gark olmıyan bunu fark edemez.
iste o köle, bu çesit sarap almıs, o adı sanı güzel beyin kösküne gitmekteydi.
Yolda gamlar görmüs, beyni kuru, belâlara bürünmüs bir zahit, önüne çıkıverdi.
Zahidin bedeni, gönül atesleriyle yanmıs, evini Tanrı'dan baska her seyden silip süpürmüstü.
Nice çaresiz mihnetlere ugramıs, binlerce daglar üstüne daglar yakmıstı.
3465.Her an gönlü, savaslara düsmü, gece gündüz riyazatlara sarılmıstı.
Yıllarca, aylarca kanlara batmıs, topraklara bulanmıstı. Gece yarısı o köleyi görünce.
Dedi ki: Testilerdeki nedir? Köle sarap dedi. Zahit, kimin, kime götürüyorsun? diye sordu.
Köle, o ulu beyin dedi. Zahit dedi ki: Tânrı'yı dileyen kisinin ameli böyle mi olur?
Hem Tanrı'yı istiyor, hem de içip egleniyor ha! Seytan sarabı sonra da yarım akıl, öyle mi?
3470. Senin aklın, sarapsız böyle dagınık.. Aklına akıllar katmak gerek.
Ya sarhos olunca aklin ne hale gelir ey bir kus gibi sarhosluk tuzagına tutulmus adam?
Ziya-i Delk'ın boya çok uzundu. Kardes! Seyh-îislâm Tacı Belh'ise (ayet kıtaydı. Sey h-i 8slâm,kardesinden pek utanırdı.Ziya,
bîr gün kardesinin dersine geldi. Belh'in bütün ileri gelenleri oradaydı. Ziya, tapı kılıp geçti. Seyh-i islâm, ona"öyle bir yarı
kalktı.
Bunun üzerine Ziya, evet dedi', çok uzun boylusun, boyundan bir parçacık çal!
Ziya-i Delk, hazır cevap ve tatlı sözlü bir zattı. Seyh-i islâm Tac-ı Belh'in kardesiydi.
Tac-ı Bel h, pek kısa boyluydu, âdeta bir kusa benzerdi.
Bütün bilgileri bilir, âlim faziletli bir adamdı ama Ziya, güzel söz söylemede ve nüktecilikte ondan üstündü.
3475. O, pek kısaydı, Ziya da haddinden fazla uzun. Seyhülislâm, pek nazlı, pek kibirli bir adamdı.
Bu kardesinden utandı. Ziya da sözü tesirli bir vaizdi.
Bir meclis günü, Ziya meclise geldi. Meclis, kadılarla, âlim ve temiz kisilerle doluydu.
Seyhülislâm, kibirinden kardesine söyle bir kalktı ve yine derhal yerine oturdu.
Ziya, alınarak dedi ki: Çok uzun boylusun. Bari o selvi boyundan birazcıgını çal!
3480.Sende akıl nerde, fikir nerde ki ey bilgi düsmanı, tutup sarap içeceksin?
Yüzün pek güzel, bari biraz da çivit sür. Habesin yüzüne, çivit, gülünç olur dogrusu.
A azgın, sende nur nerde ki kendinden geçiyor da karanlık arıyorsun.
Gölgeyi gündüz ararlar. Sense bulutlu gecede tutmus, gölge aramaya çıkmıssın.
Sarap, gıda için halka helâldir ama sevgiyi dileyenlere haramdır.
3485.Âsıkların sarabi gönül kanidir.Onların gözleri yolda,konaktadır.
Böyle bir korkunç çölde bu akıl kılavuzu, tutulup kalıt.
Sen de kılavuzları gözetirsen kervanı helak eder, yolu yitirirsin.
Arpa ekmegi bile hakikaten haramdır.Nefsin önüne kepekle karsılık ekmek koy.
Tanrı yolunun düsmanını hor tut.Hırsızı mimbere çıkarma,dara çek.
3490.Hırsızın elini kes. Kesmekten âcizsen hiç olmazsa bagla.
Seti, onun elini baglamazsan o,senin elini baglar. Sen, onun ayagını kırmazsan o,senin ayagını kırar.
Halbuki sen, düsmana sarap ve seker kamısı veriyorsun. Niçin?Ona zehir gibi gül, tas ve desene!
Zahit, gayrete gelip testiye bir tas attı, kırdı. Köle de testiyi elinden atıp zahitten kaçtı.
Beyin yanına gidince bey,sarap nerde? dedi. Köle birbir macerayı anlattı.
Emîrin, zahidi tedip için siddetle gitmesi
3495.Bey, atese döndü, hemen yerinden dogruldu, bana o zahidin evi nerde? Göster dedi. Göster de su agır gürzle kafasını
ezeyim. O kahpe oglunun akılsız kellesini kırayım.
O,köpekliginden dogru yolu göstermeyi ne bilir?O,ancak söhret âsıkı.
Bu yobazlık, bu riya ile kendisine bir mevki yapmak, bir sey bahane ederek kendini göstermek istiyor.
Onun, suna buna riya yapmaktan baska hiçbir hüneri yok.
3500.Deliyse,fitne çıkarmak istiyorsa delinin ilâcı,öküz aletinden yapılma kamçıdır.
2801 - 3500 Beyitlerin Notları
S. 230, B. 2819: "Az kaldı yoksulluk, kâfirlik olayazdı" diye bir hadîs rivayet edilmistir.
S. 235, B. 2869 dan sonraki baslık: "Dediler ki duysaydık, yahut aklımız erseydi cehennemlik olmazdık." Sûre 67 (Mülk), âyet
11.
S. 238, B. 2911 den sonraki hikâye: Bu hikâye bastan asagıya kadar irade ve ihtiyar hakkındaki fikir ayrılıklarını anlatır. Cebri
kabul eden Havaric, kulun, hayır ve serri, kendi irade ve ihtiyariyle yapmadıgını söylerler. Sünniler tarafından Kaderiyye diye
anılan Mutezile, bunların tam zıddıdır. Onlarca Tanrı, herkesin ne yapacagını bilir. Fakat bu bilgisi, o kula o isi cebren
yaptırmaz.Kul, hayır ve serri kendi irade ve ihtiyariyle yapar. Karsılıgında da mükâfat ve mücazata hak kazanır. Sia'nın son
gelenleri, bu hususta Mutezile mezhebini kabul etmislerdir. Sünnilerse ikisi ortası bir cebir kabul ederler. Onlarca kulda bir
cüzü irade vardı, Tanrı, herkesin ne yapacagını bilir. Fakat kul, iradesini iyilik veya kötülüge sarfetti mi o hayr ve serri Tanrı
halkeder. Hayr ve ser, bu bakımdan Tanrı'dandır, fakat iradenin sarfı, kuldan. Sofiyyeye göre vahdette irade düsünülemez bile.
Hâsılı bu bahis, müslümanlıkta çok söz söylenmis, hattâ ugrunda kanlar dökülmüs bir bahistir, c. l, s. 60, b. 617, 618, c. 2, s.
6, b. 61, 63, c. 3, s. 128, b. 1368 ve Gülseni raz, s. 10, b. 10T nin izahlarına bakınız. 8snaaseriyye'nin altıncı imamı Ca'fer al-
Sadik da "Cebir de yoktur, tefriz de. Belki bu is, ikisinin arasıdır" yani ne Tanrı, hayr ve serri kula cebirle yaptırır, ne de kul,
kendi iradesiyle yapar, Tanrı isi ona bırakmıstır.Kulun hayr ve serde bulunması, bu ikisinin arasında olan bir keyfiyettir"
demistir. Bu hikâyeden Mecûsilerin de cebrî oldukları anlasılıyor."Kaderiyye, yani kaderi inkâr edip kul, yaptıgı isi kendi yapar
inanısında bulunanlar, bu Ümmetin Mecusileridir..." diye bir uydurma hadis de rivayet edilmistir.
S. 241, B. 2943: S. 173, b. 2028 nin izahına bakınız.
S. 241, B. 2949:"Sen onları uyanık sanırsın, halbuki onlar uykudadır. Onları saga sola biz çeviririz. Köpekleri de ellerini yere
uzatmıs, magara kapısında uyumada Onları görüp anlasaydın döner, kaçardın, yahut da korkiyle dolardın." Sûre 18 (Kehf),
âyet 18. Ashabı kehf için c. l, s. 38, b. 392 nin izahına bakınız.
S. 246, B. 3015: Eski Yunan Septikleri, Sofestailer -Sofistler için bakınız: c. l, s. 53, b. 548 in izahı.
S. 254, B. 3110 dan sonraki baslık: Böyle bir hadîs rivayet edilmisti. Hattâ sofiler, bu hadîse dayanarak mekânın, kevne yani
varlıga tabi oldugunu, bir sey zahiren olmadıkça mekânın da bulunmayacagını, zamanın da zahiri ve mevhum varlıkların var
oluslarına ve degismelerine tabi bulundugunu, zaman mefhumunun iki hâdisenin nisbetinden dogdugunu, geçmis zamanın
mevcut olmayıp halin, daima maziye aktıgını, istikbalinse hiç gelmiyecegini,su halde alemin her an, Tanrı bilgisindeki suretlerin
tecellisinden ibaret bulundugunu söylerler. Onlarca zamanın hakikatı "an" dan ibarettir. Fakat bu da tecelli bakımındandır.
Yoksa Mutlak varlık olan Tanrının zatında böyle bir nispet ve izafet de yoktur.
S. 256, B. 3130 dan sonraki baslık: "Neye lâyıksan kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu." Bu hadis, Ebuhü-reyre tarafından
rivayet edilmistir ve Buhari hadîslerindendir (Ankaravî, s. 675).
S. 259, B. 3165 te baslıyan hikâye: Bu hikâye, 'Mantık el-tayr" da da vardır.Sonradan Bektasi hikâyesi olmustur. Bir Bektasi,
Mısır'da gezinirken halk, açılın açılın demeye baslamıs.Herkes yolun iki yanına dizilmis. Bektasi de bir tarafa sıgınmıs.Geçe
geçe sırma hasalı bir at üstünde sırmalı esvaplar giymis bir dudagı yerde, bir dudagı gökte bir zenci köle,saga sola selâm vere
vere geçmis, arkasından da birkaç hizmetçi yürüyüp gitmis,Bektasi sormus:Kim bu? Mısır Sahının kulu demisler. Basını
gökyüzüne kaldırıp demis ki: Yarabbi, bu Mısır Sahının kulu, ben senin kulun. Bir ona bak, bir bana. Kula bakmayı bilmiyorsan
bari Mısır sahından ögren! Daha sonraları hikâyeye meshur Mehmet Ali Pasa'nın adı bile girmistir.
Bektasi hikâyelerinin,hattâ Nasreddin Hoca fıkralarının nasıl meydana geldigi hakkında çok güzel bir fikir verdigi için yazdık.
S. 262, B. 3209 dan sonraki baslık: "Ve bu, Tanrı ihsanıdır ki diledigine verir. Tanrı çok büyük ihsan sahibidir." Sûre 62
(Cumua), âyet 4.
S. 263, B. 3219: Yetmis iki millet için Hafız divanı, s. 143, b. 1091 in izahina bakınız.
S. 264, B. 3221: Bid'at, sonradan meydâna getirilen usul ve âdet demektir. Müslümanlıkta Peygamber zamanında olmayan
seyler mânasına gelir. 8kiye ayrılır: Bid'at-i hasene - güzel bid'atlar, bid'ati seyyie - kötü bid'atlar. Kötüleri, müslümanlıkta
kabul edilmez, iyileri kabul edilir. Mesela, Peygamber zamanında minare yoktu.Ezan,yüksek bir yerde, yahut mescidin damında
okunurdu. Sonradan minare icadedildi. Bu,güzel ve iyi bir bid'attır.Ölünün ruhu için helva, yahut lokma gibi bir yemek
yapılması, müslümanlıkta yoktur. Bu âdet sonradan icadedildi, bid'attır. Hem de ese dosta yedirilirse kötü bir bid'attır, fakat
yoksullara verilirse güzel ve iyidir. Yalnız bid'at isi,pek lastikli oldugundan Âlim adını alan yobazlar, her yenilige bid'at diye
karsı komuslar, hattâ matbaayı bile kabul etmek istememislerdi.Bu bid'at derdinden çok seyler çekilmistir.
S. 266, B. 3257: Hıristiyanlarda, papaza suçlarını söylemek papaza ve kiliseye bir sey verip, yahut bir ceza çekip papaz
tarafından Tanrı adına affedilmek usulü yardır. Bu usul, Bektasi ve Alevilerde de vardır. Bektasiler, bas okutmak, Aleviler,
görülmek derler. Bektasilerde muharremin onundan sonra, Alevilerde ekim, biçim zamanı olmıyan kıslarda "Aynicem" yapılır
ve herkes, odanın ortasında basındaki tacı çkarıp suçlarını söyler. Baba ve dede, orada bulunanlardan razılık diler. Salik" baba
veya dedenin önüne gider. Tacı basına tekbirle giydirilir. Postun altına elinden gelen bir sey kor, bu suretle suçlarından
temizlenmis olur.
S. 268, B. 3280: Tecrid, gönülden, Hak'tan baska her seyi çıkarmaktır.
S.268, B. 3281: Cezbe için bakınız:Gülseni raz, b. 23, b. 328 in izahi.
S. 269, B. 3292-3293: "Cennetlerde ehillerinden baska kimseye bakmıyan huriler var ki onlara, daha önce ne bir insan
dokunmustur, ne bir cin." Sûre 55 (Rahman), âyet 56.
S. 270, B. 3307-3311: Bu beyitler Arapçadır.
S. 272, B. 3324 den sonraki bahis:Cuha için bakınız:c.2, s. 289, b. 3115.
S. 273, B. 3339: Firavun, Musa Peygambere iman eden büyücülerin kol ve ayaklarını kestirip onları hurma agaçlarına
astıracagı zaman, büyücüler "'Zararımız yok. Biz Rabbimize dönüyoruz" dediler. Sûre 26 (Sura), âyet 50.
S. 274, B. 3350 den sonraki baslık: Peygamber "Din,halkı dogru bir özle ibadete irsad etmektir." sözünü üç kere
tekrarlamıs,sahabe "Bu irsad kimin için ey Tanrı elçisi?" diye sorunca "Tanrı için, elçisi ve kitabı için" müslümanları ileri
gelenleri için ve bütün müslümanlar için" diye cevap vermistir. Bu hadîs, Müslim hadîslerindendir.
S. 280, B. 3435: Bu beyit Arapçadır. "8nanan kisi, insanlarla hos geçinir, kendisiyle de hos geçinilir. Münafıksa ne insanlarla
hos geçinir, ne de onunla hos geçinilir, insanlarla hos geçinmeyen ve kendisiyle hos geçinilemeyen adamdan hayır yoktur"
hadisine de isaret edilmektedir.
2801 - 3500 Beyitlerin Notları
S. 230, B. 2819: "Az kaldı yoksulluk, kâfirlik olayazdı" diye bir hadîs rivayet edilmistir.
S. 235, B. 2869 dan sonraki baslık: "Dediler ki duysaydık, yahut aklımız erseydi cehennemlik olmazdık." Sûre 67 (Mülk), âyet
11.
S. 238, B. 2911 den sonraki hikâye: Bu hikâye bastan asagıya kadar irade ve ihtiyar hakkındaki fikir ayrılıklarını anlatır. Cebri
kabul eden Havaric, kulun, hayır ve serri, kendi irade ve ihtiyariyle yapmadıgını söylerler. Sünniler tarafından Kaderiyye diye
anılan Mutezile, bunların tam zıddıdır. Onlarca Tanrı, herkesin ne yapacagını bilir. Fakat bu bilgisi, o kula o isi cebren
yaptırmaz.Kul, hayır ve serri kendi irade ve ihtiyariyle yapar. Karsılıgında da mükâfat ve mücazata hak kazanır. Sia'nın son
gelenleri, bu hususta Mutezile mezhebini kabul etmislerdir. Sünnilerse ikisi ortası bir cebir kabul ederler. Onlarca kulda bir
cüzü irade vardı, Tanrı, herkesin ne yapacagını bilir. Fakat kul, iradesini iyilik veya kötülüge sarfetti mi o hayr ve serri Tanrı
halkeder. Hayr ve ser, bu bakımdan Tanrı'dandır, fakat iradenin sarfı, kuldan. Sofiyyeye göre vahdette irade düsünülemez bile.
Hâsılı bu bahis, müslümanlıkta çok söz söylenmis, hattâ ugrunda kanlar dökülmüs bir bahistir, c. l, s. 60, b. 617, 618, c. 2, s.
6, b. 61, 63, c. 3, s. 128, b. 1368 ve Gülseni raz, s. 10, b. 10T nin izahlarına bakınız. 8snaaseriyye'nin altıncı imamı Ca'fer al-
Sadik da "Cebir de yoktur, tefriz de. Belki bu is, ikisinin arasıdır" yani ne Tanrı, hayr ve serri kula cebirle yaptırır, ne de kul,
kendi iradesiyle yapar, Tanrı isi ona bırakmıstır.Kulun hayr ve serde bulunması, bu ikisinin arasında olan bir keyfiyettir"
demistir. Bu hikâyeden Mecûsilerin de cebrî oldukları anlasılıyor."Kaderiyye, yani kaderi inkâr edip kul, yaptıgı isi kendi yapar
inanısında bulunanlar, bu Ümmetin Mecusileridir..." diye bir uydurma hadis de rivayet edilmistir.
S. 241, B. 2943: S. 173, b. 2028 nin izahına bakınız.
S. 241, B. 2949:"Sen onları uyanık sanırsın, halbuki onlar uykudadır. Onları saga sola biz çeviririz. Köpekleri de ellerini yere
uzatmıs, magara kapısında uyumada Onları görüp anlasaydın döner, kaçardın, yahut da korkiyle dolardın." Sûre 18 (Kehf),
âyet 18. Ashabı kehf için c. l, s. 38, b. 392 nin izahına bakınız.
S. 246, B. 3015: Eski Yunan Septikleri, Sofestailer -Sofistler için bakınız: c. l, s. 53, b. 548 in izahı.
S. 254, B. 3110 dan sonraki baslık: Böyle bir hadîs rivayet edilmisti. Hattâ sofiler, bu hadîse dayanarak mekânın, kevne yani
varlıga tabi oldugunu, bir sey zahiren olmadıkça mekânın da bulunmayacagını, zamanın da zahiri ve mevhum varlıkların var
oluslarına ve degismelerine tabi bulundugunu, zaman mefhumunun iki hâdisenin nisbetinden dogdugunu, geçmis zamanın
mevcut olmayıp halin, daima maziye aktıgını, istikbalinse hiç gelmiyecegini,su halde alemin her an, Tanrı bilgisindeki suretlerin
tecellisinden ibaret bulundugunu söylerler. Onlarca zamanın hakikatı "an" dan ibarettir. Fakat bu da tecelli bakımındandır.
Yoksa Mutlak varlık olan Tanrının zatında böyle bir nispet ve izafet de yoktur.
S. 256, B. 3130 dan sonraki baslık: "Neye lâyıksan kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu." Bu hadis, Ebuhü-reyre tarafından
rivayet edilmistir ve Buhari hadîslerindendir (Ankaravî, s. 675).
S. 259, B. 3165 te baslıyan hikâye: Bu hikâye, 'Mantık el-tayr" da da vardır.Sonradan Bektasi hikâyesi olmustur. Bir Bektasi,
Mısır'da gezinirken halk, açılın açılın demeye baslamıs.Herkes yolun iki yanına dizilmis. Bektasi de bir tarafa sıgınmıs.Geçe
geçe sırma hasalı bir at üstünde sırmalı esvaplar giymis bir dudagı yerde, bir dudagı gökte bir zenci köle,saga sola selâm vere
vere geçmis, arkasından da birkaç hizmetçi yürüyüp gitmis,Bektasi sormus:Kim bu? Mısır Sahının kulu demisler. Basını
gökyüzüne kaldırıp demis ki: Yarabbi, bu Mısır Sahının kulu, ben senin kulun. Bir ona bak, bir bana. Kula bakmayı bilmiyorsan
bari Mısır sahından ögren! Daha sonraları hikâyeye meshur Mehmet Ali Pasa'nın adı bile girmistir.
Bektasi hikâyelerinin,hattâ Nasreddin Hoca fıkralarının nasıl meydana geldigi hakkında çok güzel bir fikir verdigi için yazdık.
S. 262, B. 3209 dan sonraki baslık: "Ve bu, Tanrı ihsanıdır ki diledigine verir. Tanrı çok büyük ihsan sahibidir." Sûre 62
(Cumua), âyet 4.
S. 263, B. 3219: Yetmis iki millet için Hafız divanı, s. 143, b. 1091 in izahina bakınız.
S. 264, B. 3221: Bid'at, sonradan meydâna getirilen usul ve âdet demektir. Müslümanlıkta Peygamber zamanında olmayan
seyler mânasına gelir. 8kiye ayrılır: Bid'at-i hasene - güzel bid'atlar, bid'ati seyyie - kötü bid'atlar. Kötüleri, müslümanlıkta
kabul edilmez, iyileri kabul edilir. Mesela, Peygamber zamanında minare yoktu.Ezan,yüksek bir yerde, yahut mescidin damında
okunurdu. Sonradan minare icadedildi. Bu,güzel ve iyi bir bid'attır.Ölünün ruhu için helva, yahut lokma gibi bir yemek
yapılması, müslümanlıkta yoktur. Bu âdet sonradan icadedildi, bid'attır. Hem de ese dosta yedirilirse kötü bir bid'attır, fakat
yoksullara verilirse güzel ve iyidir. Yalnız bid'at isi,pek lastikli oldugundan Âlim adını alan yobazlar, her yenilige bid'at diye
karsı komuslar, hattâ matbaayı bile kabul etmek istememislerdi.Bu bid'at derdinden çok seyler çekilmistir.
S. 266, B. 3257: Hıristiyanlarda, papaza suçlarını söylemek papaza ve kiliseye bir sey verip, yahut bir ceza çekip papaz
tarafından Tanrı adına affedilmek usulü yardır. Bu usul, Bektasi ve Alevilerde de vardır. Bektasiler, bas okutmak, Aleviler,
görülmek derler. Bektasilerde muharremin onundan sonra, Alevilerde ekim, biçim zamanı olmıyan kıslarda "Aynicem" yapılır
ve herkes, odanın ortasında basındaki tacı çkarıp suçlarını söyler. Baba ve dede, orada bulunanlardan razılık diler. Salik" baba
veya dedenin önüne gider. Tacı basına tekbirle giydirilir. Postun altına elinden gelen bir sey kor, bu suretle suçlarından
temizlenmis olur.
S. 268, B. 3280: Tecrid, gönülden, Hak'tan baska her seyi çıkarmaktır.
S.268, B. 3281: Cezbe için bakınız:Gülseni raz, b. 23, b. 328 in izahi.
S. 269, B. 3292-3293: "Cennetlerde ehillerinden baska kimseye bakmıyan huriler var ki onlara, daha önce ne bir insan
dokunmustur, ne bir cin." Sûre 55 (Rahman), âyet 56.
S. 270, B. 3307-3311: Bu beyitler Arapçadır.
S. 272, B. 3324 den sonraki bahis:Cuha için bakınız:c.2, s. 289, b. 3115.
S. 273, B. 3339: Firavun, Musa Peygambere iman eden büyücülerin kol ve ayaklarını kestirip onları hurma agaçlarına
astıracagı zaman, büyücüler "'Zararımız yok. Biz Rabbimize dönüyoruz" dediler. Sûre 26 (Sura), âyet 50.
S. 274, B. 3350 den sonraki baslık: Peygamber "Din,halkı dogru bir özle ibadete irsad etmektir." sözünü üç kere
tekrarlamıs,sahabe "Bu irsad kimin için ey Tanrı elçisi?" diye sorunca "Tanrı için, elçisi ve kitabı için" müslümanları ileri
gelenleri için ve bütün müslümanlar için" diye cevap vermistir. Bu hadîs, Müslim hadîslerindendir.
S. 280, B. 3435: Bu beyit Arapçadır. "8nanan kisi, insanlarla hos geçinir, kendisiyle de hos geçinilir. Münafıksa ne insanlarla
hos geçinir, ne de onunla hos geçinilir, insanlarla hos geçinmeyen ve kendisiyle hos geçinilemeyen adamdan hayır yoktur"
hadisine de isaret edilmektedir.
3501 Vurmalı kerataya da kafasındaki Seytan çıksın. Esekçiler, nodullamadıkça esek gider mi hiç?
Bey, eline bir topuz alıp sokaga çıktı. Gece yarısı yarı sarhos bir halde geldi, zahidin evine girdi.
Kızgınlıkla zahidi öldürmek niyetindeydi. Zahit, evde bulunan yünlerin altına girip gizlendi.
Zahit, beyin sözlerini yün bükenlerin yünleri altına gizlenmis, isitiyordu.
3505. Orada kendi kendine dedi ki: Adamın çirkinligini, yüzüne karsı ancak ayna söyliyebilir, çünkü onun yüzü serttir.
Ayna gibi demirden bir yüz gerek ki sana çirkin yüzüne bak desin.
Delkak'ın, Seyyid Sah-ı Tirmiz'i mat etmesi
Padisah, Delkak'le satranç oynardı. Delkak, padisahı mat etti mi padisah, derhal kızardı.
Bunu kibrine yediremez, tu Allah müstehakını versin diye satranç taslarını birer birer Delkak'in basına vururdu.
Al, iste sahın bu senin bu kaltaban derdi. Delkak, aman padisahım der, sabrederdi.
3510. Bir gün, yine padisah mat oldu. Bir oyun daha oynamalarını emretti. Delkak, zemheride çıplak kalmıs adam gibi tirtir
titriyordu.
Bir oyun daha oynadı, yine padisah yutuldu. Tu Allah müstehakını versin zamanı gelince,
Delkak, sıçradı, bir köseye kaçtı; korkusundan altı tane halının altına girdi.
Yastıklarla o altı halının altına gizlenip padisahın .satranç taslarından aman buldu.
Padisah, ne yapıyorsun, bu ne? deyince, padisahım dedi. Tu Allah müstehakını versin!
3515. Atesler püskürüyorsun. Senin gibi öfkeci bir padisaha döseme altından baska bir yerde dogru söz söylenebilir mi?
Sen mat oldun ama ben de sahın çarpmasından mat oluyorum. Onun için halıların altından Tu Allah müstehakını versin
diyorum!
Mahalle, o beyin bagrıs, çagrısiyle, kapıyı tekmelemesi, vurun, tutun diye nara atmasiyle doldu..
Sagdan, soldan halk dısarı fırladı. Ey ulumuz, af zamanıdır.
Onun beyni kurumus. Simdi onun aklı, fikri, çocukların aklından, fikrinden az.
3520. Hem zahit, hem ihtiyar. Bu halindeki su zahitlik, onu kat kat zayıflatmıs. Bu zahitlikten de bir feyze nail olamamıs.
Zahmetler çekmis de sevgiliden bir hazine elde edememis. 8sler yapmıs da bir pul kazanamamıs.
Ya o is, onun harcı degilmis, ya henüz mükâfat vakti gelmemis.
Ya o çalısma, çıfıtça bir çalısma, yahut da mükâfata erismesinin bir zamanı, bir saati var.
Ona bu dert, bu musibet yeter. Su kanlı ovada kimsiz, kimsesiz kala kalmıs.
3525. Gözleri agrıklı, bir bucaga çekilip oturmus, yüzünü eksitmis, suratını asmıs.
Ne bir göz hekimi var ki derdine yansın, ne onun aklı var ki bir göz ilâcı arayıp bulsun, gözüne çeksin.
Kendi zannına uymus, çalısıp çabalamaya koyulmus, isim, iyilesecek diye bir ümide kapılmıs.
Halbuki onun tuttugu yolla sevgilinin vuslatı arasında ne uzun bir mesafe var. Çünkü o, bas aramıyor, reis olmayı istiyor.
Bir an, Tanrıyle, nasibim bu hesapta hep zahmet mi diye âdeta didismede..
3530. Bir an hep uçuyor, ele geçmiyor, bizim kolumuzu kanadımızı kırıyorsun diye bahtiyle kavga etmede.
Kim, renge, kokuya mahpus kalırsa zahit olsa bile huyu iyi olmaz, dar canlıdır.
Bu daracık duraktan çıkmadıkça nasıl olur da ahlâkı düzelir, gönlü ferahlar?
Zahitlere, genislige çıkmadan yalnız bulundukları zaman bıçak ve ustura vermeye hiç gelmez.
Darlıklarından, muratlarına eremediklerinden, dertlerinden karınlarını desiverirler.
Mustafa aleyhisselâmın, Cebrail aleyhisselâmın geç görünmesi yüzünden daralıp kendisini Hıra dagından atmaya kalkısması ve
Cebrail aleyhisselâmın kendini atma... önünde devletler var diye kendisini göstermesi
3535. Mustafa'yı ayrılık derdi kapladı, daraldı mı, kendisini dagdan atmaya kalkardı.
Cebrail, sakın yapma. Kün emrinde sana nice devletler takdir edilmistir deyince,
Yatısır, kendini atmaktan vazgeçerdi. Sonra yine ayrılık derdi gelip çattı mı,
Yine gamdan, dertten bunaldı mı kendisini dagdan asagı atmak isterdi.
Bu sefer Cebrail görünür, ey esi olmayan Padisah, yapma bunu derdi.
3540. Hicap kesfedilip de o inciyi koynunda buluncaya kadar bu haldeydi.
Halk, her çesit mihnetten ötürü kendini öldürüp dururken mihnetlerin aslı olan bu ayrılıgı nasıl çeksin?
Halk, canını feda edene sasar. Fakat bizim her birimiz fedayi huyluyuz.
Ne mutlu o kisiye ki bedenini, feda edilmeye deger bir dosta feda etmistir.
Herkes, bir fennin, bir sanatın fedaisidir. Ömrünü o yolda sarf eder, ölüp gider.
3545. 8ster dogularda olsun, ister batılarda, herkes, nihayet ölür. O zaman ne âsık kalır, ne masuk!
Hiç olmazsa bu devletli, zaten su hünere gönüllü, kendisini feda etmis. Onun öldürülmesinde yüzlerce hayat var.
Âsık da onca ebedî, masuk da, ask da. 8ki âlemde de dilegine ermis, iyi bir ad san kazanmıs.
Ey ulular, âsıklara acıyın. Onların sanı, helak olduktan sonra bile helak olmaya hazır bulunmaktır.
Beyim, onun kabalıgını affet. Onun derdine, betbahtlıgına bak.
3550. Onu affet de Tanrı da seni affetsin, suçlarını yarlıgasın.
Sen de gafletle az testiler kırmamıssındır. Sen de affa ümit baglamıssındır.
Affet de ahrette sen de af edilesin. Kader, ceza vermede kılı kırk yarar.
Beyin, o sefaatçilere ve komsulara, neden küstahlık edip testiyi kırdı? Bu hususta sefaat kabul etmem. Onun cezasını
vermeye yemin ettim diye cevap vermesi
Bey dedi ki: O kim oluyor ki bizim testimize tas atıp kırıyor?
Benim civarımdan erkek aslan bile yüzlerce çekingenlikle, korka korka geçmede.
3555. Neden kulumuzun gönlünü incitti, bizi konugumuzun yanında utandırdı?
Onun kanından daha degerli olan sarabı döktü de kadınlar gibi bizden kaçıp da gizlendi.
Fakat tut ki bir kus gibi uçsun, benim elimden nerde canını kurtaracak?
Kahır okumla kanadını kırar, onun arda kalası kanadını koparırım.
Benden kaçıp da bir katı tasın içine girse, gizlense yine onu tutar, o tasın içinden çıkarırım.
3560. Ona bir kılıç çalayım da bütün kaltabanlara ibret olsun!
Herkese yobazlık satsın, bu yetmiyormus gibi bir de bize satmaya kalkıssın ha! Onun da cezasını simdicik verecegim, onun gibi
yüz tanesinin de.
Öyle kızmıs, öyle kan dökülücügü tutmus ki agzından ates püskürüyordu.
Zahidin komsulariyle sefaatçilerinin ikinci defa olarak beyin eline, ayagına kapanarak yalvarmaları
O sefaatçiler, onun o hay hayına karsı birçok defalar elini, ayagını öpüp,
Dediler ki: A beyim, sana kin gütmek yarasmaz. Sarap dökülüp gittiyse ne çıkar? Sen sarapsız da hossun.
3565. Sarap, nese sermayesini senden alır. Suyun letafeti senin letafetine imrenir.
Padisahlık et, ey merhamet sahibi, ey kerem sahibinin oglu, kerem sahibinin oglu kerem sahibi bagısla.
Her sarap, bu boya, bu yüze kuldur. Bütün sarhoslar sana haset ederler.
Senin, gül renkli saraba hiç ihtiyacın yok. Gül rengini bırak, gül renklilik sensin zaten.
Ey zühre'ye benziyen yüzü kusluk günesi olan, ey rengine karsı gül rengi yoksul bir hale gelen bey,
3570. Sarap, küpte gizlice senin yüzünün istiyakiyle kaynayıp cosar.
Sen bastanbasa denizsin, ıslaklıgı ne istersin ki? Sen, tamamiyle varlıksın, yoklugu ne ararsın ki?
Ey parlak ay, tozu ne yapacaksın? Ay bile, senin yüzüne bakar da sararır.
Sen hossun, güzelsin, her türlü hoslugun madenisin. Neden saraba minnet edersin ki?
Basında "Biz insan ogullarını ululadık" tacı, boynunda "Biz sana kevser ırmagını verdik" gerdanlıgı var.
3575. 8nsan cevherdir, gök ona arazdır. Her sey fer'idir, her seyden maksat odur.
Ey akıllar, tedbirler, fikirler kulu kölesi olan bey, mademki böylesin, kendini neden böyle ucuza satıyorsun?
Sana hizmet etmek, bütün varlık âlemine farzdır. Bir cevher, neden arazdan ihsan ister ki?
Yazıklar olsun, kitaplardan bilgi arıyorsun ha, helvadan zevk istiyorsun ha!
Bir bilgi denizisin ki bir ıslaklıkta gizlenmis; bir âlemsin ki üç arsın boyunda bir bedene bürünmüs!
3580. Sarap nedir, güzel ses ve çalgı dinlemek, yahut bir güzelle bulusmak nedir ki sen onlardan bir nese, bir menfaat
ummadasın!
Hiç günes, bir zerreden borç ister mi, hiç zühre yıldızı, bir küçücük küpten sarap diler mi?
Sen keyfiyeti bilinmez bir cansın keyfiyet âlemine hapsedilmissin. Sen bir günessin, bir ukdeye tutulmussun: iste bu, sana
yakısmaz, yazık!
Beyin tekrar onlara cevap vermesi
Bey dedi ki: Hayır hayır.. Ben, o sarabın adamıyım. Ben, bu hosluktan alınan zevke kanaat edemem.
Ben yasemin gibi olmayı, gah söyle, gah böyle egilip bükülmeyi isterim.
3585 Bütün korkulardan, bütün ümitlerden kurtulup sögüt gibi her yana egilmeliyim.
Sögüt dalı gibi saga sola dönmeli, onun gibi rüzgârda çesit çesit oynamalıyım.
Sarabın verdigi neseye alısan, nerden bu neseyi begenecek hey hocam!
Peygamberler, Tanrı nesesine dalmıslardı, onunla yogrulmuslardı da onun için bu neseden vazgeçtiler.
Onların canları, o neseyi gördügünden onlara bu neseler, oyuncak görünmüstü.
3590. Diri olan bir güzellige dostluk eden, artık ölüyü nasıl kucaklar?
"Bilseniz ahiret, ebedî hayat yurdudur" âyetinin tefsiri. Yani o âlemin kapısı, duvarı, suyu, testisi, meyvası, agacı hep diridir.
Söz söyler ve söz duyar. Onun için Mustafa aleyhisselâm "Dünya bir lestir, onu istiyenler de köpeklerdir" buyurdu. Ahirette
dirilik olmasaydı o da les olurdu.
Lese, ölü oldugundan les derler, pis kokusundan ve mundarlıgından degil
O âlem, zerre zerre diridir. Her zerresi nükteden anlar, söz söyler.
Onlar, ölü olan cihanda oturmaz, dinlemezler. Çünkü ot, ancak hayvanlara lâyıktır.
Kim, gül bahçesinde meclis kurar, yurt tutarsa külhanda sarap içer mi hiç?
Pak ruhun makamı, illiyyin'dir. Pislikte yurt edinense kurttur.
3595. Tanrı mahmuruna tertemiz sarap kadehi sunulur. Bu kör kuslaraysa su kara ve tuzlu su.
Kime Ömer'in adaleti, el vermezse onca kanlı kaatil Haccac, âdildir.
Kızlara cansız bebekleri oyuncak diye verirler. Çünkü onlar, diri oyuncaktan bir sey anlamazlar ki.
Küçük erkek çocuklar, erliklerinden bir sey anlamazlar, güçleri kuvvetleri yoktur. Onun için onlara tahta kılıç daha yegdir.
Kâfirler, peygamberlerin kiliselerde yapılmıs olan resimleriyle kanaat ederler.
3600. Fakat o ay parçaları, bizim için apaydın oldugundan resimlerine aldırıs bile etmeyiz.
Onların birer sureti, bu âlemdedir ama birer sureti de ay gibi gökyüzündedir.
Bu suretteki agızları, onlarla düsüp kalkanla konusur, nükteler söyler. O suretteki agızları ise Tanrı ile konusur.
Görünen kulak, bu sözü duyar, beller. Can kulagıysa Kün emrinin sırlarını isitir.
Ten gözü, insanın seklini görür, beller. Can gözü, Mazagalbasar sırrını görür, hayran olur.
3605. Görünen ayak, mescit safında durur, mâna ayagı, gögün üstünde tavafta bulunur.
8ste her cüz'ü böyle say... bu, vakit içindedir, zamana baglıdır, oysa ondan da hariçtir.
Zamana baglı olan, ecele kadar durur, öbürüyse, ebediyete dost, ezele estir.
Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı.
Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
3610. Halvet yurdu, günes degirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir?
Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
Elif gibi, dogrulugu yüzünden öne geçmistir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir sey kalmamıstır.
Kendi huylarından çıkmıs tek olmus... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmistir.
O tek ve benzersiz, essiz örneksiz padisahın huzuruna çırçıplak gidince padisah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise
giydirmistir.
3615. Padisahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüs, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmustur.
Tortulu bir sey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıstır.
Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karısmıs, o somluk onu bulandırmıstı.
Hiç de hos olmayan dost, onun kolunu kanadını baglamıstı. Fakat o, aslında yüceydi.
"Yeryüzüne inin" sesi gelince onu Harut gibi bas asagı asakodu.
3620. Harut, gökteki meleklerdendi, bir azar yüzünden öylece asılı kaldı.
Bas asagı asılı kalmasının sebebi, bastan çıkması, kendisini bas sanması ve yalnızca öne geçmeye kalkısmasıydı.
Sepet, kendisini suyla dolu görünce nazlandı, istignaya giristi de sudan çekildi hani.
Fakat cigerinde bir katrecik suyu bile kalmadı. Bunun üzerine deniz, acıdı da onu tekrar davet etti.
Denizden sebepsiz bir hizmet karsılıgı olmaksızın rahmet gelir. Bu, ne kutlu andır.
3625. Tanrı hakkı için denizin etrafında dönüp dolasmak, denizde gezenlerin yüzleri, sarı olsa bile aldırıs etmemek gerek.
Denizin etrafında dönüp dolasmak ki Tanrı’nın lûtfu, bagıslaması gelip çatıversin de sararmıs yüz, bir mücevher bularak
kızarsın.
Yüzün sarı rengi, renklerin en iyisidir. Çünkü o yüze kavusmayı beklemektedir.
Fakat bir adamın yüzünde parlayıp duran kırmızılık, o adamın canının, bulunduguna kani olmasındandır.
Halbuki insanı zayıflatan, alçaltan, sarartıp solduran tamahtır. Bu solgunluk ve arıklık, bedene ait illetlerden degildir.
3630. Hastalıksız bir sarı yüz görse Calinas'un bile aklı sasar.
Fakat tamahı bagladın mı Tanrı nurlarına dalarsın. Mustafa, bunun için "Tamaha düsenin nefsi alçalır" demistir.
Gölgesiz nur, lâtiftir, yücedir. Kafes kafes vuran nura, bir kalburdan aksetmededir. O kafes seklindeki gölge, kalburun
gölgesidır.
Âsıklar, bedenlerinin çıplak olmasını isterler. Fakat erkekligi olmıyana ha elbise olmus, ha olmamıs!
O ekmek ve sofra, oruçlulara çıkar. At sinegine çorba nedir, tencere ne?
Padisahın Eyaz'a, halini söyle de müsküle düsenlerle seni kınayanların müsküllerini hallet. Onları bu müskülde
bırakmak erlik degildir diye bir kere daha emretmesi
3635. Bu söz, hadde hesaba sıgmaz... Ey Eyaz, sen simdi ahvalini söyle.
Senin ahvalin, bir yenilik madeninden meydana gelmede. Sen bu hallere nasıl razı olabilirsin ki?
Hadi, o güzel hallerini anlat da su bes duyguyla altı cihet ahvalinin basına toprak saç!
iç ahvali, söze gelmiyorsa sana tek ve çift perdesi altında dıs halini söyleyeyim:
Bil ki sevgilinin lûtfiyle ölümün acılıkları bile cana seker kamısından daha hos gelmede.
3640. O tatlı nebattan denize bir toz uçsa denizin tuzlulugu kalmaz, bastanbasa tatlılasır.
Ey emniyetli dost, bunun gibi yüz binlerce haller gelir, sonra yine geldigi gibi gayp âlemine gider.
Her günün hali, düne benzer. Ahval, ırmak gibi akar durur, onu baglıyacak hiçbir sey yoktur.
Her günün nesesi, bir baska çesittir. Her günün düsüncesinde bir baska eser vardır.
8nsanın bedeni, bir konuk evine, çesitli düsünceler de ayrı ayrı konuklara benzer. Arif, o neseli ve gamlı düsüncelere razıdır,
âdeta gariplerin hatırını hos eden Halil Peygambere benzer. Onun kapısı da konugu agırlamak için daima kâfire de açıktı,
mümine de, emin olana da açıktı, haine de. Bütün konuklara güler yüz gösterirdi.
Delikanlım, bu denen bir konuk evidir. Her sabah, oraya kosa kosa bir yeni konuk gelir.
3645. Sakın bu, benim boynumda kaldı deme. Simdicik yine uçar, yokluk âlemine gider.
Gayb âleminden gönlüne ne gelirse konuktur, onu hos tut.
Bir eve konuk geldi. Ev sahibinin karısı, yagmur basladı, konuk boynumuzda kaldı dedi.
Birisine ansızın konuk geldi. Ev sahibi, konugunu gerdanlık gibi boyuna taktı.
Sofra çıkardı, agırladı. O gece mahallelerinde sünnet dügünü vardı.
Erkek, kadınına gizlice dedi ki: Bu gece iki yatak ser.
3650. Bizim yatagımızı kapı yanına yap, konugun yatagını da öbür tarafa.
Kadın, olur iki gözümün nuru, bas üstüne. Hizmetler eder, güler yüz gösteririm, merak etme dedi.
Yatakları yaptı, sünnet dügününe gitti.
Yüce konuk, kadının kocasiyle kaldı. Geceleyin kuru, yas bir çerez çıkardı.
Yediler, içtiler. O iki temiz adam, gece geç vakte kadar oturup konustular, gece yarısına dek iyi kötü, baslarından geçenleri
anlattılar.
3655. Çerezden, konusup görüsmeden sonra konuk, uykusuzluktan kalktı, kapı yanındaki yataga girip yattı.
Adam, utancından ona bir sey diyemedi, canım, senin yatagın bu taraftaki.
Sen yatıp uyuyasın diye yatagı, suraya serdik diye bir söz söyleyemedi.
Karısiyle kararlastırdıklarının aksine, konuk için serilen yataga girdi, öbür yatakta da konuk yatıp uyudu.
O gece siddetli bir yagmur basladı. Bulutların çoklugu, hayret verecek bir derecedeydi.
3660. Kadın gelince konuk öbür taraftadır, kapı yanında yatan kocamdır diye,
Anadan dogma soyunup yorganın altına girdi, konugu birkaç kere de istekle öptü.
Dedi ki: Hani bir seyden korkuyordum ya. Basıma geldi mi geldi, geldi mi geldi.
Yagmur, çamur yüzünden konuk kakıldı kaldı. Beylik sabunu gibi elinden çıkmasına imkân yok.
Bu yagmur çamurda o, nerden gidecek? Basına canına andolsun, adam basımıza kaldı!
3665. Konuk, bu sözleri duyunca hemen sıçrayıp dedi ki: Kadın bırak beni. Ayakkabımı ver benim, çamurdan korkum yok.
Ben gidiyorum, Allah size hayırlar versin. Yolculukta can, bir an bile eglenmez.
Yolcu, derhal geldigi yere dönmeli. Bir yerde kalıp eglenmek, yol keser.
Kadın, o soguk sözü söyledigine pisman oldu. Çünkü o essiz mihman ürküp yola düsüyordu.
Kadın, lütfen, hos gör, ben saka olsun diye söyledim deyip.
3670. Secdeler etti, bir hayli yalvarıp sızlandı ama fayda etmedi. Konuk, yola düsüp bunları hasret bıraktı.
Bu yüzden adam da yasa battı, kadın da. Çünkü artık o konugun yüzünü, legendeki akisten degil, kendi yüzünden görmüslerdi.
Konuk gitmede, ova, konugun miriyle cennet gibi aydınlanmadaydı.
Adam, bundan sonra bu isin derdinden utancından evini konuk evi haline soktu.
Fakat kadının gönlünde de, erkegin gönlünde de o konugun hayali, her an derdi ki:
3675 Ben, Hızır'ın dostuyum size yüzlerce cömertlik hazinesi saçacaktım, fakat ne yapayım? Kısmetiniz degilmis!
Her gün, gönüle gelen düsünce o gün, sabah çagı gelen konuga benzer, ev sahibine hükmeder, huysuzlukta bulunur. Ev sahibi
olmanın sanı, konugu görüp gözetmek, agırlamak ve nazını çekmektir.
Konuk evine her gün nasıl bir yüce konuk gelirse onun gibi her an da sana bir fikir gelir.
Canım, fikri bir adam say. Çünkü adam, fikirle degerlidir, fikirle diridir.
Gam fikri, nese yolunu vurursa gam yeme. O, hakikatte baska neseler hazırlamadadır.
O, hayrın aslından yeni bir sevinç, yeni bir nese gelsin diye evi, baskalarından sıkıca süpürür.
3680. Gönül dalındaki sararmıs, kurumus yaprakları ayırır, daldan yeni ve yesil yapraklar bitmesine yardım eder.
Bu âlemden öte bir âleme yeni bir zevk gelsin diye eski sevinci, kökünden çeker, çıkarır.
Gam, üstü dallarla yapraklarla örtülü yeni kökü bitirsin diye çürümüs, porsumus olan eski kökü yerinden söküp çıkarır.
Gam, gönülden neyi döker, yahut koparırsa karsılık olarak mutlaka daha iyisini verir.
Hele derdin, gamın, yakın ehline kul oldugunu iyice bilene daha fazla lütuf tarda bulunur.
3685. Bulutla simsek, asık suratlılık, eksi yüzlülük göstermese asma yapragı, doguya benzeyen gülümsemelerini gösterir mi
hiç?
Kutluluk, kutsuzluk, gönlüne gelir, konuklar. Bunlar, evden eve giden yıldızlara benzerler.
Senin burcunda konakladı mı onun talihi gibi sen de tatlı bir hale, gel, çevikles.
Böyle hareket et de o yıldız, aya gitti, ulastı mı o gönül sultanına senden sükür etsin.
Sabırlı ve her seye razı olan Eyyub, tam yedi yıl Tanrı konugunu, belâyı hos tuttu.
3690. O sert ve yüzü pek âlâ da Tann'ya dönünce ondan yüzlerce çesit sükürlerde bulundu da,
Dedi ki: Eyyub, ben sevgililerini öldürdügüm halde sevgisinden bir kere bile yüzünü çevirmedi.
Tanrı bilgisine vefakârlıkta bulundu, utancından belâ ile âdeta sütle bal gibi kaynastı, karıstı.
Senin de gönlüne yeniden yeniye belâlar geldikçe o belâları güle güle karsıla.
Ey yaradanım, beni o belânın serrinden sakla bekle. O yüzden gelecek ihsanları bana haram etme, beni o lûtuflara kavustur.
3695. Rabbim, ugradıgım belâlara karsı lütfet de sükredeyim, geçip giderse ona hasret çekmeyeyim de.
O suratı asık derdi koru. O acılıgı seker gibi tatlı say.
Bulutun da görünüste yüzü asıktır ama gül bahçesini bezer, çalı çırpıyı kırar.
Gamı bulut gibi bil de o asık suratlıya pek surat asmaya kalkısma.
Belki o inci, elindedir, olur ya, Onun için çalıs çabala da senden razı olsun.
3700. Hattâ böyle olmasa bile bu huyu âdet edinir, o güzelim huyla huylanır, o huyu artırırsın da,
Baska yerlerde de böyle hareket edersin ve bir gün birdenbire muhtaç oldugun seye erisiverirsin.
Nesene mâni olan düsünce, Tann'nın emriyle, Tanrı'nın hikmetiyle gelir.
Sen ona felâket deme delikanlım. Belki bir yıldızdır, belki kutluluk kıranındadır.
Sen ona feri deme, asıl tut da onunla daima maksadına eris,'üstün çık.
3705. Onu fer'i sayar, muzır tutarsan gözün, aslı gözler durur.
Halbuki bekleyis, çesnide zehirdir âdeta. Bu gidisle daima ölüm halinde kalırsın.
Onu asıl bil, kucakla da bekleyis ölümünden kurtul.
Padisahın, Eyaz'a iltifatı
Ey dogru özlü, daima yalvarıp yakarmada olan Eyaz, dogrulugun, denizden de artıktır, dagdan da!
Ne istek zamanı bir hataya düsüyorsun, dag gibi aklın saman gibi uçuyor..
3710. Ne öfke ve kin zamanı sabrın gevseyip karar ve sebatını terk ediyor!
Erlik budur iste. Yoksa adam, sakalla, aletle adam olmaz, öyle olsaydı esegin aleti erlerin padisahı olurdu.
Tanrı, Kur'anda kimlere er dedi? Nerde bu beden, oraya varacak?
Babacıgım, hayvan ruhunun ne degeri var? Kasapların pazarından geç de gör.
Yüz binlerce bas, gövde üstüne konmustur. Degerlerini yagdan, kuyruktan kıyas et.
3715. Orospu olur ki aletin dönüp dolasması yüzünden aklı fareye döner, sehveti aslana.
Bir babanın, kızına "Kendini koru, kocandan gebe kalma" diye tembihte bulunması
Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüs bedenli bir kızı vardı.
Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi degildi.
Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider.
Babası da kızın bastan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi.
3720. Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma.
Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz.
Ansızın her seyi bırakır, kaçıp gider. Çocugu, basına dert olur kalır.
Kız dedi ki: Babacıgım, dedigini tutarım, ögüdün pek dogru, kabulüm.
Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye ögüt veriyordu.
3725. Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti.
Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında bes, yahut altı aylık oldu.
Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi?
Ögütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi?
Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, süphe yok ki atesle pamuk.
3730. Pamuk, atesten nasıl çekinebilir? Yahut da ates nasıl olur da pamugu yakmaz, çekinir?
Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden kendini koru dedim.
Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin.
Kız, peki, beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir sey, anlasılmaz ki dedi.
Babası, gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince,
3735. Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba!
Her bayagı akıl, hırs ve öfke zamanı, yerinde durmaz ki!
Nefsiyle savasmamıs, ask derdi çekmemis, gölgede yetismis, yalnız halkın kendisine secde etmesini, elini öpmesini, hürmetle
bakıp "iste zamanede sofi budur" diye parmakla göstermesini dilediginden sofilik yoluna girmis biri vardı. Çocukların, sen
hastasın diyerek hasta ettikleri muallim gibi bu da kendine gururlanıp vehimle hasta olarak ben cihat eriyim, bu yolda bana
pehlivan diyorlar. Büyük savasta esim yoktur, küçük savas bence nedir ki! Gazilerle savasa gidip zahiren de hünerler
göstermeliyim dedi ve savasa gitti, ve savasta yüreksizlik ve gevseklik gösterdi. Âdeta aslanın hayalini görmüs, erlikler
göstermis, bu erliklerle sarhos olup ormana aslan avlamaya gitmisti. Halbuki aslan hal diliyle ona diyordu ki: "Öyle degil..
Yakında bilir anlar., sonra yine yakında bilir, anlarsınız."
Bir sofi, askerle savasa gitti. Ansızın savas basladı.
Sofi, agırlıklarla çadırda kalan zayıflarla beraber kaldı. Erler, ta savas yerine kadar at sürdüler.
Agır kisiler, toprak gibi yerlerinde kala kaldılar, îleri gidenlerin ileri gidenleriyse yürüyüp ilerlediler.
3740. Savaslar edip üstün gelerek birçok ganimetlerle geri döndüler.
Sen de al diye sofiye de armagan sundular. O, o armaganı attı, hiçbir sey almadı.
Neden kızgınsın? dediler. Savastan mahrum kaldım dedi.
Sofi, savas safında hançer çekip savasmadıgı için bu iltifattan memnun olmadı.
Bunun üzerine esir getirdik dediler, birini al, öldür.
3745. Basını kes de gazi ol. Sofi, buna biraz sevindi, yüreklendi.
Suyla alınan aptestin yüzlerce aydınlıgı, nuru, feri vardır ama su olmazsa teyemmüm edilir.
Sofi, baglı esiri alıp gaza etmek üzere çadırın arkasına götürdü.
Oraya tutsakla gitti ama biraz gecikti. Neden o yoksul bu kadar gecikti diye meraka düstüler.
iki eli baglı tutsak. Onu öldürüvermeliydi. Öldürmede neden bu kadar gecikti, sebebi ne? dediler.
3750 Birisi, isi anlamak üzere ardından gitti. Bir de ne görsün? Kâfir, sofinin üstüne çıkmamıs mı?
Erkek, disinin üstüne biner gibi o tutsak da yoksulun üstüne aslan gibi binmis.
Elleri baglı oldugu halde hiddetle sofinin boynunu ısırmada.
Disleriyle bogazını dislemede. Sofi, kâfirin altına düsmüs, aklı basından gitmis.
Eli baglı kâfir, bir kedi gibi, elinde mızrak olmadıgı halde onu berbadetmis,
3755. Disleriyle onu yarı öldürmüs. Boynundan akan kanla sakalı kıpkırmızı kesilmis.
Sen de eli baglı olan nefsinin elinde tıpkı o sofi gibi alta düsmüs, kendinden geçmissin.
Yoldaki bir tepecikten âciz kalmıssın. Halbuki önünde yüz binlerce dag var.
Bu kadarcık bir tepeden korkup ölüye döndün, önünde asılacak dag gibi beller var, nasıl gideceksin?
Gaziler, hiddete gelip derhal acımadan o kâfiri kılıçlayıp öldürdüler.
3760. Kendine gelsin diye de sofinin yüzüne sular saçtılar, gül sulan serptiler.
Sofi, kendine gelip onları görünce ne oldu yahu? diye sordular.
Ey aziz, Tanrı hakkı için bu ne hal? Neden böyle bu derece kendinden geçtin?
Yarı ölmüs, elleri baglı bir tutsaktan neden böyle korktun, aklın basından gitti, bu hale düstün?
Sofi dedi ki: Basını kesecegim sırada o açgözlü, bana öyle bir hısımla baktı ki..
3765. Gözünü açtı, dolandırdı da öyle bir bakıs baktı bana ki aklım basımdan gitti.
Gözünü dolandırması, bana âdeta bir ordu göründü. O nasıl korkuydu? Anlatamam!
Hikâyeyi kısa keselim, iste o bakıstan korktum. Kendimden geçip yere yıkıldım.
"Eli baglı bir kâfirin göz süzmesinden kendinden geçiyorsun, elinden hançer düsüyor. Sende bu yürek, bu öt varken sakın
sakın, savasa gelip de rüsvay olma, sen tekkenin mutfagını gözle" diye gazilerin ögüt vermeleri
Gaziler dediler ki: Sende bu yürek varken sakın savasa girismeye yeltenme.
Eli baglı bir kâfirin göz süzmesiyle gemin kırıldı, gark oldun.
3770. Erkek aslanlar, saldırdılar mı kılıçlariyle baslar top gibi yerlere yuvarlanır.
Erlerin savasına âsinâ degilsin, böyle bir zamanda kan denizinde nasıl yüzebilirsin sen?
Boyunlara inen kılıçların tak tak diye çıkardıgı ses, (bir mahalle öteden duyulan) çamasır dövenlerin tak takını hiçe sayar.
Nice bassız bedenler, yerlerde çırpınır.. Nice bedensiz baslar, kan denizinde habbelere döner.
8nsanları yok eden yüzlerce er, savasta atların ayakları altında yok olur gider.
3775. Sen, bir fareden ürküp uçan bu akılla o savas safına karısıp nasıl kılıç çekeceksin?
Savas bu, bulgur ası degil ki yenlerini sıvayıp girisesin.
Bulgur asını kasıklamaya benzemez, gel de burada kılıcı gör. Bu safta demirden yaratılmıs bir Hamza lâzım.
Savas, öyle hayal gibi bir hayalden ürküp kaçan her yüreksizin isi degil.
Savas, Türklerin isidir, nazenin kadınların degil. Nazlı nazenin kadınların yeri evdir, eve git sen de!
Tanrı rahmet etsin, Ayyazi'nin, sehit olma ümidiyle yetmis kere gögsü açık savasa girmesi, nihayet küçük savasta sehit
olmadan ümidini kesip büyük savasa yüz tutması ve halvete girmesi. Bu sırada gazilerin davulunu duyup nefsinin, zincirini
sürüyerek savasa gitmeyi istemesi ve onun bu istek yüzünden nefsini töhmet altına alması
3780. Ayyazi dedi ki: Tam doksan kere belki yaralanırım diye,
Çırılçıplak savasa girdim, okların önüne gittim, belki birisi gelir saplanır dedim.
Fakat bogaza, yahut can alacak bir yere ok isabeti, devlet sahibi bir sehitten baskasına nasip olmuyor.
Vücudumda yaralanmadık bir tek yer yok. Bedenim, oktan kalbur gibi delik desik oldu.
Fakat bu ne yigitlik, ne de zekâ isi. Baht isi bu, Bir türlü can alacak bir yerime ok isabet etmedi.
3785. Sehitligin kısmet olmadıgını anlayınca halvete gittim, çileye girdim.
Kendimi büyük savasa attım, riyazata, zayıflamaya koyuldum.
Halvetteyken kulagıma gazilerin savasa giderken çaldıkları davul sesleri geldi.
Sabah çagıydı, can kulagımla duydum, nefsim, içimden seslendi.
Kalk, savas zamanı geldi, yürü. Kendini savasa at.
3790 Dedim ki: Ey vefasız habis nefis, savasa meyletme nerde, sen nerdesin?
Ey nefis, dogru söyle, bu hilebazlık, nedir? Yoksa sehvete düskün nefis, ibadete yanasmaz bile.
Dogru söylemezsen üstüne saldırır, seni riyazatla adamakıllı sıkar, sıkıstırırım.
O anda nefsim, içimden seslendi, dilsiz, agızsız, fasih bir surette söz söylemekteydi:
Beni her gün burada öldürüp duruyorsun. Canıma, kâfirlere yapılan eziyetleri yapıyorsun.
3795. Kimsenin halimden haberi yok.. Sen, beni uykusuz, yemeksiz öldürüp durmadasın.
Bari savasta bir yarayla su bedenden kurtulurum da halk da erligimi, fedakârlıgımı görür.
Dedim ki: A nefiscegiz, hem münafık olarak yasamadasın, hem münafıkça ölmedesin, nesin sen?
8ki âlemde de mürai imissin, iki âlemde de hiçbir seye yaramazmıssın meger.
Bu beden sag oldukça halvetten çıkmamayı nezrettim.
3800. Çünkü bu beden, halvette ne yaparsa kadına, erkege görünmek için yapmaz.
Halvetteki hareketi de ancak Tanrı içindir, huzuru ve sükûnu da. Orada niyetinde baska bir sey bulunamaz.
Bu büyük savastır, o küçük savas. Her ikisi de Haydar'la Rüstem'in harcıdır.
Öyle bir farenin kıpırdamasiyle uçup gidecek akıl sahibinin harcı degil!
O çesit adama kanlar gibi savastan, kılıçtan uzak durmak gerek.
3805. O da sofi, bu da. Yazık o sofiye! O, bir igneyle ölmede, bu kılıçlara karsı durmada.
Sureti sofidir ama canı yok. Bu çesit sofiler öbür sofilerin de adını kötüye çıkarır.
Toprakla karılmıs olan su bedenin kapısına, duvarına Tanrı, gayretiyle yüzlerce sofi resmi yaptı.
Büyüden o suretler oynasınlar da Musa'nın asâsı gizlensin dedi.
Sopanın dogrulugu, suretleri yer, siler süpürür. Fakat Firavun'a mensup olan göz, tozla toprakla doludur.
3810. Öbür sofi, harb safına, yaralanmak için yirmi kere girer.
Savas zamanı müslümanlarla beraber kâfire saldırır, bir kere bile geri dönmez.
Yaralanır, yarasını baglar, tekrar saldırır, savasır.
Beden, bir yarayla ölmez diye savasta yirmi kere yaralanır.
Bir yarayla can vermeye açıklanır; dogrulugu elinden canının kolayca kurtulacagından üzülür!
Bir savas eri, her gün gümüs parayla dolu torbasından bir kurus çıkarır, hendege atardı. Nefsinden bir vesvese, bir hırs ve
istek koptu. Mademki bu paraları hendege atıyorsun, bari birden at da su eziyetten kurtulayım. Tamamiyle ümit kesis de iki
rahatlıktan biridir dedi. O er, nefsine, sana bu rahatlıgı da vermeyecegim dedi.
3815. Birisinin elinde kırk kurusu vardı. Her gece birini denize atardı.
Bu suretle de nefsine iyice eziyet etmek, yavaslıkla onun can çekismesini uzatmak isterdi.
Müslümanlarla savasa gider, onlar düsmandan yüz döndürseler bile o geri dönmezdi.
Bir kere daha yaralanır, onu da baglardı. Belki yirmi kere bedeninde mızrak ve ok kırılırdı.
Bu suretle savasa savasa nihayet kuvveti bitti, yere düstü. Askının dogruluguyla dogruluk makamına ulastı.
3820. Dogruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur'an'dan "Erler vardır ki Tanrıyla ettikleri ahdi
bozmadılar, ahıtlarına dogrulukla sarıldılar" âyetini okuyun!
Mademki bu beden, ruha bir alettir, su halde bu hakiki ölüm degildir.
Nice ham kisiler vardır ki görünüste kanlarını döktüler. Fakat nefisleri diri olarak o tarafa kaçtı.
Aleti kırıldı ama yol kesen diri kaldı. Bindigi at kanlar saçtı ama nefis diri.
At öldü, yolu asılmadı. Ancak ham, kötü, perisan bir halde kala kaldı.
3825. Her kan döken sehit olsaydı öldürülen kâfir de kutlu bir sehit sayılırdı.
Nice sehit olmus güvenilir kisiler de vardır ki dünyada ölürler, sehit olmuslardır, fakat diri gibi yürür gezerler.
Yol kesen ruh olmustur, onun kılıcı olan beden bakidir ve o savas arayan erin elindedir.
Kılıcı, o kılıçtır, fakat, o adam degil. Fakat bu görünüs, seni sasırtır.
Nefis, degisti mi bu beden kılıcı, ihsan ve lütuflar sahibi Tanrı'nın elindedir.
3830. O öyle bir erdir ki gıdasız, tamamiyle dert. öbür erlik ise toz gibi ortası delik bir seydir!
Bîr adamın, Mısır halifesine kâgıda yapılmıs bir cariye resmîni göstermesi, halifenin o resme âsık olarak Musul emîrinin cariyesi
olan o kızı alıp getirmek üzere bir beyi Musul'a göndermesi, savasta bu yüzden birçok adamın ölmesi, birçok yerin yıkılıp
gitmesi
Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padisahının: huri gibi bir cariyesi oldugunu söyleyip dedi ki:
Onun bir cariyesi var ki âlemde onun gibi güzel yok.
Güzelliginin haddi yok, söze sıgmaz, anlatılmaz ki. iste resmi, su kâgıtta, bir bak!
O ulu halife, kâgıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düstü.
3835. Derhal Musul'a büyük bir orduyla bir er gönderdi.
Eger o ay parçasını sana teslim etmezse orasını tamamiyle yak yık.
Verirse bir sey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.
Er, binlerce Rüstem'le, davul ve bayraklarla yola düstü, Musul'a yollandı.
Sayısız asker, sehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üsüsen çekirgeler gibi oraya üsüstüler.
3840. Savas için her yana Kafdagı gibi mancınıklar kurdurdu.
Oklar yagmur gibi yagmada, mancınıklarla atılan taslar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar simsek gibi çakmaya baslamıstı.
Savas, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Tastan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu.
Musul padisahı, bu korkunç savası görünce içeriden bir elçi göndererek,
Müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? Bu siddetli savasta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir?
3845. Maksadın, Musul sehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu is.
Ben sehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın.
Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu sehirden almak, zaten kolay bir sey dedi.
Müslümanların kanları daha fazla dökülmesin diye Musul padisahının, o cariyeyi halifeye bagıslaması
Elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi.
Bu kâgıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.
3850. Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padisah dedi ki: Bu suret eksik olsun, tez götür.
Ben, iman ahdında puta tapanlardan degilim. Putun, puta tapanda olması daha dogru.
Elçi, kızı getirince o yigit er, derhal âsık oldu.
Ask bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Ask, Yusuf'un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder.
Gönüllerin dönüsünü asktan bil. Ask olmasaydı dünya, donar kalırdı.
3855. Ask olmasaydı nerden cansız bir sey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetisen nebatlar, nerden kendilerini
canlılara feda ederlerdi?
Ruh, nasıl olur da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?
Her biri, yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nerden çekirge gibi uçar, gıda arardı ki?
O yücelige âsık olanlar, zerre zerre, fidan gibi yücelige kosmadalar.
Onların bu kosmaları, "Tanrı'yı tesbih" tir. Can için bedeni temizlemededirler.
3860. O yigit er de kuyuyu yol sanmıs, çorak yerden hoslanmıs, oraya tohum ekmeye kalkısmıstı.
O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla bulusur, düsü azar.
Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamıs.
Vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o isveli hayalin isvesine kapıldım.
O yigit er de beden yigidiydi, asıl erligi yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.
3865. Ask binegi, yüzlerce gemi atmıs, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı.
Ask ve sevdada Halifeden pervam bile yok. Varlıgımla ölümüm birdir bence diyordu.
Fakat böyle atesli atesli ekmeye kalkısma. Bir is eriyle danıs.
Fakat mesveret nerde, akıl nerde? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.
Bir güzele âsık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.
3870. Kara sel, cana Kasdetmeye geldi mi bir tilki, aslanı kuyuya düsürür.
Dag gibi aslanlar, kuyuda olmıyan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.
Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, atesle pamuga benzer.
Tanrı suyu ile yunmus bir ates gerek ki bulûga erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin.
Selvi boylu lâtif Zeliha'dan aslanlar gibi kendisini çeksin.
3875. O yigit er de Musul'dan döndü, yola düstü. Yolda bir ormana, bir yesillige geldi.
Ask atesi, öyle bir parlamıstı ki yerle gögü fark etmiyordu.
Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
Sehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dedigin ne oluyor ki a turpoglu turp:
Yüzlerce halife, o anda o erin atesli gözüne bir sinekten asagı görünür.
3880. O kadına tapan er salvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu.
Aleti, dosdogru gidecegi yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu.
Er sıçradı, götü bası açık bir halde ates gibi Zülfikar elinde dısarı çıktı.
Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmıs koyvermis.
Atlar, ürküp köpürmüsler, her çadır ve ahır yeri yıkılmıs, herkes birbirine girmis.
3885. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamıs, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arsın sıçramıstı.
Er, pek yigitti, aldırıs bile etmeden sarhos bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.
Kılıçla bir vurdu, basını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulundugu çadıra kostu.
O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
öyle bir aslanla savastı da erligi, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
3890. O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erligine sasıp kaldı.
istekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birlestiler..
Bu iki canın birbirleriyle birlesmesi yüzünden gayıptan bir baska can gelir erisir.
Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir sey yoksa bu can, dogus yoliyle gelir, yüz gösterir.
Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birlesseler, bir üçüncü can, mutlaka dogar.
3895. Fakat o suretler, gayp âleminde dogarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün.
O sonuçlar, senin birlesmelerinden dogdu. Kendine gel de her ese hemen sevinme.
Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulasacagından emin ol.
Onlar, amelden ve sebeplerden dogmuslardır. Her birinin sözü vardır, mekânı vardır.
O güzelim perdelerden sesleri erisir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel!
3900. Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkegin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at.
O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düstü iste.
Baskomutanın, yaptıgı cinayetten pisman olarak
o halayıkcagıza, bu isi Halifeye söylememesi için
ant vermesi
Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pisman oldu.
Ey günes yüzlü, bu ise dair Halifeye bir sey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
Halife cariyeyi görünce sarhos oldu, onun tası da damdan düstü.
3905. Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, isitmeye benzer mi?
Övme, akıl kulagı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulagın degil.
Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
O er, adamın kulagını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her seye yakîni vardır.
O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kisi, sözlerin çogu da nispetten ibarettir.
3910. Yarasa günesten gizlenir, perde ardına girerse günesin hayalinden gizlenmis degildir.
Korku, ona bir hayal verir. 8ste o hayal, onu karanlıga çeker.
Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur.
Sen, düsmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmıssındır.
Ey Musa sana kesfedilen tecelli nurları, daga vurdu. Fakat o hayaller kuran dag, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi.
3915. Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulasacagını umma.
Savas hayalinden kimse korkmaz. Savastan önce yigitlik yoktur; bunu bil, kâfi.
Pust da, savas hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yigitlikler geçirir.
Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kisi saldırabilir.
Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi pust kim oluyor? Rüstem bile âciz kalır.
3920. Çalıs da o duydugun seyi gör. Bâtıl olan hak olsun.
Ondan sonra kulagın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumagı gibi olan kulakların, göz kesilir.
Hattâ bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.
Kulak, bir hayal meydana getirir, o hayal de O güzelligin vuslatına miyancıdır.
Çalıs, bu hayal çogalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun'a kılavuzluk etsin.
3925. O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül egledi iste.
Tut ki bütün doguyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir
simsek farzet, çaktı, söndü.
Ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil!
Cellat gibi bogazına yapısan debdebeyi, san ve söhreti ne yapacaksın ki?
Bil ki bu âlemde de bir emniyet bucagı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz degildir.
Ahîreti inkâr edenlerin delilleri ve biz bu âlemden baska âlem görmüyoruz sözünden ibaret olan o delillerin zayıflıgı
3930. Ahireti inkâr edenin delili, her an ancak sudur: Eger baska bir âlem olsaydı onu görürdük.
Bir çocuk, aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait seyleri nakletmez mi ki?
Akıllı bir adam da ask ahvalini görmezse askın kutlu ayı eksilmez ya!
Yusuf'un güzelligini kardeslerinin gözleri görmedi. Fakat Yakub'un gözünden gizli kalmadı ki.
Musa'nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü.
3935. Bas göziyle can gözü savastaydı, can gözü, üstün geldi, delil gösterdi
Musa'nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karsı o elden bit nurdur parladı.
Bu söz, kemal bakımından sonsuzdur. Hakikatten haberi olmıyan mahrumlara hayal görünür.
Çünkü onca hakikat, ferçten ve bogazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.
Bizce fere, ve bogaz hayaldir. Bunun için de can, her an cemalini bize gösterir.
3940. Kim ferç ve bogazına düsmüs, bu düskünlügünü kendisine âdet ve huy edinmisse ona denecek söz, ancak "Sizin dininiz
sizin, benimki benim" sözünden ibarettir.
Böyle bir inkâra karsı sözü kısa kes. Ey Ahmet, eski kâfirle az konus!
Halifenin, bulusmak üzere o güzelin yanına gelmesi
Halife bulusmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti.
Onu andı, aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle bulusmaya niyetlendi.
Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bagladı.
3945. Farenin catırdısı kulagına degdi. Aleti indi, uyudu, sehveti tamamiyle kaçtı.
Bu ıslık, yılan ıslıgı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.
Cariyecigin, Halifenin sehvetinin zayıflıgını görüp o beyin kuvvetini hatırına getirerek gülmeye baslaması ve Halifenin
bu gülüsten bir sey anlaması
Cariye, Halifenin gevsekligini görünce kahkahalarla gülmtge basladı.
O erin, aslanı öldürüp geldigi halde hâlâ aletinin inmedigini hatırladı.
Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalısıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.
3950. Esrara alısık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmisti, ziyanına da.
Ne düsündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdigi seyler de gülmesini artırıyordu. Sanki bir selin bendi, birden
yıkılmıstı.
Aglayıs, gülüs gönlün gamı, nesesi.. BU ki her birinin ayn bir madeni vardır.
Her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan Tanrı'nın elindedir.
Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı, huysuzlandı.
3955. Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle.
Bu gülüsten gönlüme bir süphe düstü. Hileye kalkısma, dogru söyle.
Yalanla beni kandırmaya kalkısırsan, yahut bos bir bahane icat edersen,
Ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. Dogruyu söylemek gerek vesselam.'
Bil ki padisahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.
3960. Gönülde gezip dolasma zamanı bir ısık vardır ki hiddet ve hırs vaktinde ligen altında gizlenir.
O anlayıs, simdi benim dostumdur. Söylenecek sözü söylemezsen,
Bu kılıçla boynunu vururum. Bahanen hiç fayda vermez.
Dogru söylersen seni azad ederim. Tanrı hakkı için neseni kırmam.
Yedi mushafı birbiri üstüne koyup sözünü tutacagına yemin etti.
Cariyecegizin kılıç korkusiyle o sırrı Halifeye açması,
Halifenin dogru söyle, bu gülüsün sırrını bildir, yoksa seni öldürürüm demesi
3965. Cariye âciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zâl'e bedel olan Rüstem'in erligini söyledi.
Yoldaki gerdegi, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti.
Erin kılıcını çekip gidisini, aslanı öldürdükten sonra gelisini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta oldugunu söyledi.
Ondan sonra namuslu Halifenin gevsekligini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndügünü görünce dayanamayıp güldügünü
bildirdi.
Tanrı sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.
3970. Su, bulut, ates ve bu günes, sırlan topragın altından çıkarır.
Yaprakların dökülmesinden sonra gelen bahar, kıyametin varlıgına bir delildir. : Bahar, o sırları meydana kor, su yeryüzü
ne yediyse rüsvay olur;
Yedikleri, agzından, dudaklarından biter, çıkar. içindeki neyse meydana gelir.
Her agacın kökündeki sır ve o agacın yemisi tamamiyle üstünde görünür.
3975. Gönlünü inciten her gam, içtigin sarabın tesiriyledir.
Fakat nerden bileceksin o mahmurluk, o bas agrısı, hangi saraptan meydana geldi?
Bu bas agrısının, o tanenin meyvasından oldugunu aklı, fikri olan anlar.
Dalla meyva, tohuma benzemez. Meni, hiç insanın bedenine benzer mi?
Heyula, esere benzemezken tohum, hiç agaca benzer mi?
3980. Meni, ekmekten meydana gelir, fakat ekmek gibi midir? insan, meniden olur, fakat hiç meni gibi midir?
Cin, atesten yaratılmıstır, fakat nerden atese benzer? Bulut buhardandır, fakat buhar gibi degildir ki.
8sa, Cebrail'in üfürmesinden vücut buldu. Fakat suret bakımından onun gibi midir, yahut ona benzer mi?
Âdem, topraktan yaratılmıstır, topraga benzemez. Hiçbir üzüm, üzüm çotugu gibi degildir.
Hırsız, daragacının ayagı gibi midir? 8badet, ebedî cennete benzer mi?
3985. Hiçbir asıl esere benzemez. Su halde zahmetin ve bas agrısını aslını bilemezsin.
Fakat bu mücazat, mükâfat, bir aslı olmadan vücuda gelmez. Tanrı, hiçbir suçsuz kulunu incitmez.
Asıl neyse, o seyi çeken odur. Ona benzemez ama ondandır.
Su halde bil ki çektigin zahmet, yaptıgın suçun sonucudur. Sana inen bu tokat bir sehvetten ötürüdür.
8bret almaz, o suçu bilmezsen bile hiç olmazsa derhal aglayıp sızlamaya koyul, yarlıganma dile.
3990. Secde et, yüzlerce defa Yarabbi de, bu gam, yaptıgım suçun karsılıgıdır ancak!
Ey rabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir dert, bir gam verirsin?
Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur.
Sebebi örttügün gibi o suçu da ört.
Çünkü ceza, benim suçumu ortaya koymaktır. Ceza sebebiyle hırsızlıgım meydana çıkar.
Padisahın, isi anlayınca o hıyaneti örtüp affetmeyi ve kendisinin, Musul padisahına zulmettigi için "Kim kötülük ederse kendine
eder" ve "Süphe yok, rabbin gözetleme yerindedir, seni görür" âyetleri mucibince bu kötülüge ugradıgını anlayıp intikam
almaya kalkısırsa, bu zulüm ve tamahın cezasını çektigi gibi o intikamın cezasına da ugrayacagını kestirerek cariyeyi o beye
vermeyi kurması
3995. Padisah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettigi ısrarı anıp tövbe etti, Tanrı'dan yarlıganmak
diledi.
Dedi ki: Baskalarına yaptıgım seyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı.
Mevkiime güvenip baskalarının esine kasdettim. Bu kasıt, bana döndü, kuyuya düstüm.
Baskasının kapısını dövdüm, o da tuttu, benim kapımı dövdü.
Kim, baskalarının karısına kötülük ederse bil ki kendi karısına pezevenklik eder.
4000. Çünkü bir kötülügün cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüge ugramaktır. Suçun cezası, o suçun misli olur.
Sen, baskasının karısını, bir sebeple kendine çektin mi aynen sen de onun gibi, hattâ ondan da üstün bir deyyussun.
Ben, Musul padisahının cariyesini zorla aldım, benden de onu derhal aldılar.
Emniyet ettigim bir adam olan lalam, hain çıktı, bana hıyanette bulundu.
Kin gütme, öç alma zamanı degil. Ben kendi elimle bir ham istir, yaptım.
4005. O beye de kin güdersem yapacagım zulüm, yine basıma gelir.
Su ceza, bir kere basıma geldi ya, bunu sınadım, artık sınanmısı tekrar sınamam.
Musul padisahının derdi, boynumu kırdı âdeta. Artık baskasını incitmem.
Tanrı, bize mükâfatı anlattı. "Döner, kötülüge gelirseniz biz de cezanızı veririz" dedi.
Burada ileri gitmek, faydasızdır. Sabırdan, merhametten baska iyi bir is yok.
4010. Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, bir hatada bulunduk. Ey merhameti büyük Tanrı, bize acı!
Ben onu affettim, sen de yeni suçumu da affet, eski suçlarımı da.
Sonra cariyeye sakın dedi, bu senden duydugum sözü kimseye söyleme.
Seni, beyinle evlendirecegim. Tanrı hakkı için sakın bu hikâyeyi bir daha anma.
Anma da o, benden utanmasın. Çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti.
4015. Ben, onu defalarca sınadım, ona, senden de güzel kadınları emniyet ettim.
Hiç dokunmadı. Bu olan sey, benim yaptıgımın cezası.
Bundan sonra o beyi huzuruna çagırdı. Âlemi: kahretmeyi düsünen hısmını yendi.
Ona kabul edilecek bir bahane buldu. Dedi ki: Ben bu cariyeden sogudum.
Sebebi de su: Çocugumun anası, bu cariyeyi kıskanmada, âdeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara ugradı.
4020. Oglumun anasıdır, onun nice hakları vardır. Böylece cevir ve cefalara lâyık degildir o.
Kıskançlıga basladı, kanlar yutmada. Bu cariye yüzünden pek siddetli acılara düstü.
Hâsılı bu cariyeyi birine verecegim. Buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak degilim ya.
Sen onun için canınla oynadın. Artık onu senden baskasına vermek dogru degil.
Onu, o beye nikahlayıp verdi, öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.
"Onların rızıklarını biz taksîm ettik" hükmünce Tanrı,
birisine eseklerin sehvet ve kuvvetini verir, birine peygamberlerle meleklerin kuvvetini.
Bastan hava ve hevesi atmak ululuktur. Hava ve hevesi terketmek, Peygamber'e mahsus bir kuvvettir.
Sehvete mensup olmıyan tohumlar,
Kıyametten baska bir sey koparmaz.
4025. Onda erkek eseklerin gücü, kuvveti yoktu. Fakat peygamberlerin erligi vardı.
Hısmı, sehveti, hırsı terk etmek, erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır.
Söyle, damarında esek erligi olmasın da Tanrı onu daima Ulu beylerbeyi diye çagırsın.
Tanrı'dan uzak merdut bir diri olmaktansa Tanrı'nın görüp gözettigi bir ölü olmam daha yeg.
Su erligin içi, sırrıdır, öbürü deriden ibaret. O, adamı cennete götürür, bu cehenneme!
4030. Cennetin, hosa gitmeyen seylerle çevrildigi, kaplandıgı söylenmis, cehennemin hava ve hevesten meydana geldigi haber
verilmistir.
Ey Eyaz, ey Seytan'ı öldüren erkek aslan, esek erligini azalt, akıl erligini çogalt.
Bu kadar yüzlerce âlemin anlayamadıgı sey, sence bir çocuk oyuncagı oldu. 8ste sana er!
Ey benim emrimin lezzetini bulan, ey emrime vefakârlıkta bulunmak üzere canlar veren!
Emre, emrin lezzetine dair mânevi hikâyeyi dinle simdi!
Padisahın, divanda bulunanlara bir mücevher gösterip "Bu ne degerde," diye vezire vermesi, vezirin, mücevherin degerinde
ileri gitmesi, padisahın "Kır bu mücevheri" diye emir vermesi üzerine, ben bunu nasıl kırayım, falan filân diye özür getirmesi
4035. Padisah, bir gün divana gitti. Bütün memleket büyüklerini divanda toplanmıs buldu.
O nurlu padisah, bir mücevher çıkarıp vezirin eline vererek.
Dedi ki: Bu, nasıl bir mücevher, degeri nedir? Vezir, yüz esek yükü altın degerinde bir mücevher dedi.
Padisah, kır bu mücevheri deyince dedi ki: Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin, malının iyiligini dileyen bir kisiyim ben.
Deger biçilmez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl reva görebilirim?
4040. Padisah vezirin sözünü takdir etti, ona bir elbise ihsan etti. O cömert ve er padisah, inciyi ondan aldı.
O cömert padisah, vezire giydigi elbiselerden baska daha ince agır elbiseler verdi.
Onları bir müddet söze tuttu. Yeni seylere, eski vakalara ait bahislerde bulundu.
Sonra mücevheri perdecinin eline verdi, bir isteklisi olsa dedi, ne deger acaba?
Perdeci, bu mücevher dedi, ülkenin yarısı degerinde. Tanrı, ülkeyi tehlikelerden korusun!
4045. Padisah, kır bu mücevheri dedi. Perdeci, ey kılıcı günes gibi parlayan padisahım, bunu kırıp ufalamak pek yazıktır, pek
yazık!
Degeri söyle dursun, su parlaklıga bak. Gündüzün nuru bile ona uymada!
Bunu kırmaya nasıl elim varır? Nasıl olur da padisahın hazinesine düsman olurum? Dedi.
Padisah, ona elbise verdi, gelirini artırdı. Onun aklını övmeye basladı.
Bir müddet sonra mücevheri bir beyin eline verdi. Onu da bir sınadı.
4050. O da öyle söyledi, bütün beyler de. Her birine agır elbiseler ihsan etti.
Elbiselerini artırdı, o asagılık kisileri yoldan çıkardı, kuyuya attı.
Elli altmıs bey, hepsi de veziri taklit ederek böyle söylediler.
Gerçi dünyanın degeri taklittir ama her mukallit de sınanmada rüsvay olur.
Mücevherin elden ele devrederek Eyaz'a gelmesi. Onun, öbürlerine uymayıp, padisahın verecegi mala mülke aldanmaksızın,
elbiselerin çokluguna ve hataya düsenlerin aklını ögmesine kapılmaksızın mücevheri kırması. Mukallidi müslüman saymak
dogru olamaz. Nadir olarak mukallit de, o Tanrı korumasıyla, inanısında dayanır ve bu imtihanlardan selâmetle kurtulur. Çünkü
Hak birdir, ona benzeyen ve insanı yanıltan çok zıtlar vardır. Mukallit, o zıddı tanıyamaz, bu yüzden Hakk'ı da tanımaz. Fakat
o, Hakk'ı tanımasa bile Hâk, ona inayet gözüyle bakarsa bu tanımazlık, mukallide ziyan vermez.
Ey Eyaz, söylemiyorsun, bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin degeri nedir?
4055. Eyaz, söyleyebilecegimden de artık deyince Padisah, peki dedi, hadi öyleyse hemen onu kır, hurdahas et.
Eyaz'ın yenlerinde tas vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, unufak etti.
Belki o saf ve temiz delikanlı, bu isi rüyada görmüstü de yenine, koltuguna iki tas gizlemisti.
Yusuf gibi hani. O da isinin sonunun nereye varacagını kuyu dibinde görmüstü.
Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada erme de birdir, ermeme de.
4060. Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan, savasmadan ne korkacak?
Karsısındakini mat edecegini iyice bilen, at gitmis, fil gitmis, aldırır mı? Onca bunlar, zaten saçma seylerdir.
At arayan, atını alıp götürse al götür der, önüne düsecek o at degil ya.
8nsan, atla bir soydan olur mu? Adamın ata olan sevgisi, öne geçmek içindir.
Suretler için bu kadar elem çekme. Suret bas agrısı olmaksızın mânayı elde et.
4065. Zahit, isin sonunu düsünür. Soru, hesab günü hâlim ne olacak diye dertlenir.
Ariflerse baslangıçtan, önden haberdardır, sonu düsünme derdinden de kurtulmuslardır.
Arifte arif olmadan önce korku da vardı, yalvarıs da. Fakat Tanrı takdirini bildiginden, isin önünden haberdar oldugundan bu
bilgi, her ikisini de ortadan kaldırmıstır.
Evvelce mercimek ektigini bildiginden ne mahsul elde edecegini de bilir.
Ariftir, korkudan da kurtulmustur, ürkmeden de. Tanrı kılıcı, o hay huyu kesmis, ikiye bölmüstür.
4070. Evvelce Tanrı'dan korkar, umardı. Korku yok oldu, o yalvarıs meydana çıktı.
Eyaz da o degerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.
Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler.
O toplulugun hepsi de körlüklerinden Padisahın inci gibi olan buyrugunu kırmıstı.
Mücevherin degeriyle sevginin sonucu, gönüllerinden gizli kalmıstı.
Beylerin, neden bu mücevheri kırdın diye Eyaz'ı kınamaları, onun cevap vermesi
4075. Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padisahın buyrugu mu daha ileri, mücevher mi?
Sizce, Tanrı hakkı için söyleyin, Padisahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi?
Ey mücevhere bakan, Padisaha aldırıs bile etmeyen beyler, önünüzde gül var, ana cadde degil!
Ben gözümü Padisahtan ayırmam. Müsrik gibi tasa yüz tutmam.
Boyalı tası seçip Padisahın buyrugunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiçbir deger yoktur.
4080. Gül renkli oyuncagı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve sas.
Dereye gir, testiyi tasa çal. Kokuya, renge ates ver.
Din yolunda yol kesicilerden degilsen kadınlar gibi renge, kokuya tapma.
Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere baslarını önlerine egdiler.
O anda her birinin gönlünden belki iki yüz kere ah çıktı bir duman gibi ta göge kadar ulastı.
4085. Padisah, ihtiyar cellâda emir verdi: Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklastır!
Bu asagılık adamlar, bu yüce makama lâyık degiller. Bir tas için benim buyrugumu reddettiler.
Buyrugum, bu çesit fesatçılarca bir boyalı tas için hor hakir oldu.
Padisahın beylerin öldürülmesini emretmesi, Eyaz'ın "Af, daha dogrudur" diye sefaata bulunması
Bunun üzerine merhametli Eyaz, sıçradı, o ulu Padisahın tahtına dogru kostu.
Secde edip bogazını tutarak, padisahım dedi, senin gibi yüce bir padisahın sultanlıgına gökyüzü bile hayran olmustur.
4090. Ey hüma kusu, hümalar kutlulugu senden bulur, cömertler, cömertlige senden ererler.
Ey kerem sahibi, âlemdeki kerem ve ihsanlar, senin bagıslamana karsı mahvolur gider.
Ey lütuf sahibi, kırmızı gül seni görünce utancından gömlegini yırtar.
Yarlıgama, senin yarlıgamanla doymus, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmustur.
Senin buyruguna karsı korkusuzca harekette bulunan, affından baska nereye dayansın?
4095. Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları, ey af madeni padisah, senin affının çoklugundan meydana geldi.
Gaflet, daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama gözden kuru agrıyı giderir.
Gaflet ve kötü bir alısma olan unutkanlık, ululama atesiyle yanıp gider.
Onun heybeti adama uyanıklık ve anlayıs verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar, kalmaz.
Yagma zamanı, halkın uykusu gelmez. Kimse, hırkamı çalmasınlar diye uyumaz.
4100. Hırka korkusiyle bile uyku kaçarsa artık can ve ' bogaz korkusu ile kim uyur ki?
Buna tanık, "Rabbimiz, unutup isledigimiz suçlarla bizi suçlu sayma" âyetidir. Çünkü unutma da bir bakımdan suçtur.
Unutan, onu lâyık oldugu veçhile ululamıstır. Yoksa hiç savasta adamı uyku tutar mı?
Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapısmak lâzım.
Çünkü onu ululamada gevseklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya yanlıs.
4105. Sarhos gibi hani. O ada cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım der.
Ona derler ki: Dogru ama a kötü isli, o zıkkımı sen içtin, dileginle, isteginle zıkkımlandın.
Sarhosluk, sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dilegi de kendin meydana getirdin.
Sarhosluk, senin kastın, çalısıp çabalaman olmasaydı da kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdını korur,
gözetirdi.
Sana arka olur, senin adına o, özür dilerdi. Tanrı sarhosluguna kul köle olayım.
4110. Ey her çesit elde edilen sey, kendisinden olan Tanrı, bütün âlemin af ve ihsanı, senin ihsanından bir zerredir.
Aflar, senin affını överler, insanlar, sakının, ona benzer, ona esit yoktur.
Onların canlarını sen bagısla, huzurundan da kovma. Ey muradına erisen, senin damagının tadıdır onlar.
Yüzünü görene acı, nasıl olur da seni gören, acı ayrılıgını çekebilir?
Ayrılıktan bahsediyorsun, ne yaparsan yap da bunu yapma.
4115. Senin tuzagına tutulup yüz binlerce defa ölmek bile senden ayrılmaya bedel olamaz.
Ey suçluların feryadına yetisen, ayrılık acısını erlerden de uzaklastır, kadınlardan da.
Senin vuslatını umarak ölmek hostur. Fakat ayrılıgının acısı, atesin üstündedir.
Kâfir bile cehennemde bana bir baksaydın cehennemde olduguma gam mı çekerdim deyip durur.
Çünkü o bakıs, bütün eziyetleri tatlılastırır; büyücülerin el ve ayaklarının kan diyetidir o bakıs.
Firavun, büyücüleri öldürecegi zaman onlar, "Zararı yok..
Biz, Tanrımıza döneriz" dediler, bunun tefsiri
4120. Gökyüzü "Zararı yok" sesini duydu. Gökyüzü, sanki o savlıcana bir top kesildi.
Firavun'un vurusu bize zarar vermez ki dediler, Tanrı'nın lütfu, baskalarının kahrından üstündür.
Ey insanları azgınlık, sapıklık yoluna süren, sırrımızı bilsen a can gözü kör herif, anlarsın ki biz kendimizi kurtarıyoruz.
Kendine gel de bu yana yanas, bu erganunun "Keske kavmim, rabbim beni ne yüzden yarlıgadı, bilselerdi" sesini dinle.
Tanrı ihsanı, bize bir Firavunluk verdi ki senin Firavunlugun kaç para eder, senin saltanatın geçici.
4125. Ey Mısır'a ve Nil ırmagına kapılıp gururlanan! Basını kaldır da ebedî ve ulu saltanatı gör.
Sen su pis hırkayı terk edersen Nil ırmagını can nilinde gark edersin.
A Firavun, kendine gel de Mısır'dan el çek. Can Mısır'ının içinde yüzlerce Mısır var.
Sen, halka "Ben rabbinizim" deyip durursun ama bu iki sözden de gafilsin.
Rab olan rablık ettigi kisiden nasıl titrer? Ben demeyi bilen, nasıl olur da cisim ve can bagına baglı kalır?
4130. 8ste bak, buracıkta bizler ben diyoruz, çünkü benlikten kurtulduk; zahmetlerle, belâlarla dolu benlikten halâs olduk.
A köpek, o benlik sana kutlu gelmedi. Fakat bizce mühürlenmis bir devlet oldu.
Bu benlik, sana kin gütmeseydi bize böyle güzel bir ikbal, bir devlet olur muydu?
Yokluk yurdundan kurtuluyoruz, buna sükrane olarak su daragacının basında sana bir ögüt verelim:
Bizim ölüm daragacımız, göç burakıdır. Senin saltanat yurdunsa gururdan, gafletten ibarettir.
4135. Bu yasayıs, ölüm suretinde gizlidir. O ölümse yasayıs kabugunda gizli.
Nur, ates seklinde görünmede, ates de nur seklinde. Yoksa dünya, hiç gurur yurdu, aldanma duragı olur muydu?
Kendine gel, acele etme. Önce yok ol. Battın mı nur dogrusundan basgöster.
Ezel benliginden gönül hayretlere düstü; bu benlik, soguk bir hale geldi, ayıp ve ar kesildi.
Can, o bensiz benlikten hos bir hal aldı, âlem benliginden sıçrayıp çıktı.
4140. Benden kurtuldu da simdi ben oldu. Aferinler, olsun zahmetsiz benlige!
O kaçmada, benlikse pesine düsmüs. Onu, onsuz gördügünden ardını bırakmamakta, kosup durmakta.
Sen, onu istedikçe o, seni istemez. Fakat öldün mü istedigini elde edersin.
Diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı? Sen istedikçe istedigin seni arar mı?
Bu bahiste akıl, yol gösterici olsaydı Fahr-i Razı, din sırrını bilirdi.
4145. Fakat "Tatmıyan bilmez." Onun için onun aklı ve kurdugu hayaller de, ancak hayretini artırdı.
Bu ben, nerde düsünceyle açılacak, bulunacak? O ben, yokluktan sonra açılır, bulunur.
Bu akıllar, arastırma yüzünden ittihat ve hulul uçurumuna düser.
Ey yakınlasma yüzünden yokluga erismis, yıldız gibi günes nurlarına dalmıs olan Eyaz!
Hattâ ittihat ve hululle degil de meni gibi beden haline gelmis olan dost!
4150. Ey af etmeyi sandıgına almıs, kendine mal edinmis zat, affet. Sen lûtufta en ileri gidensin. Bütün lütuf edenler, senin
ardındadır.
Ben kim oluyorum ki af et diyeyim? Ey padisahım, ey Kün emrinin hulâsası!
Ben kim oluyorum ki ey bütün benler, etegine sarılmıs olan padisahım, benligimden geçmeden seninle beraber bulunayım?..
Eyaz'in sefaat etmede kendisini suçlu sayması ve bu suçtan özür dilemesi, özür dilemede de yine kendini suçlu bilmesi. Bu
sınıklık, padisahın ululugunu bilmekten ilerigelir. Peygamber, "Ben, Tanrıyı en iyi bileniniz ve Tanrı'dan en çok korkanınızım”
dedi. Ulu Tanrı da "Söz budur, bundan ötesi yok; Tanrı'dan, onu bilen kulları korkar" buyurmustur.
Hilimle dolu olana ben nasıl olur da acımayı ögretmeye kalkısır, bilgi sahibine nasıl olur da bilim yolunu gösterebilirim?
Beni sillelerle, tokatlarla zebun etsen bile hakkın var. Ben, yüz binlerce tokata lâyık bir kulum.
4155. Ben huzurunda ne söyleyeyim de sana bir sey anlatmaya kalkısayım? Yahut da ne yüzle kerem sartını sana hatırlatmaya
giriseyim?
Sence bilinmeyen ne var? Alemde hatırında olmayan nedir ki?
Sen, bilgisizlikten arısın; bilgin de âlemde bulunan seylerden herhangi birini unutmadan arıdır.
Bir hiç olanı tuttun, adam ettin; onu günes gibi nurlarla parlattın.
Mademki beni adam ettin, yalvarırsam yalvarısımı kerem et, dinle.
4160. Benim suretimden izhar ettigin sefaati da yine sen ediyorsun demektir.
Çünkü bu yurt, benim malımdan, mülkümden bombos, burada benim hiçbir seyim yok. Evde kuru, yas, ne varsa benim degil.
Duamı su gibi akıttın, sebatını da bagısla ve o duayı kabul et.
Önce bana duayı ilham eden sensin, sonunda duamı da sen kabul et.
Kabul et de o âlem padisahı suçluların suçunu bu kulu için af etti diyeyim.
4165. Ben kendimi begenmekteydim, bastanbasa dertten ibarettim. Padisahım, her dertliye deva verdi.
Cehennemliktim, kötülüklerle, serlerle doluydum. Onun ihsan eli beni bir kevser haline getirdi.
Cehennem kimi yakar, yandınrsa ben o yanan seyleri cesette tekrar çıkarır, bitiririm.
Kevserin isi nedir? Her yanan, onun vasıtasiyle biter, yenilenir.
Kevser, katra katta keremlerini ilân eder; cehennemin yaktıgı seyleri ben yine yerine getiririm der.
4170. Cehennem, güz mevsiminin soguguna benzer. Keserse ey gül bahçesi, bahar gibidir.
Cehennem, ölüme, mezar topragına benzer. Kevserse sur üfürülmesi gibidir.
Ey cehennemde bedenleri yananlar, Tanrı keremi, sizi kevsere çagırmadadır.
Ey daima faal olan diri Tanrı, lütfen "halkı, benden faydalansınlar diye yarattım;
Ben onlardan faydalanayım diye degil" buyurmustur. Bu, senin cömertligindir; bütün noksanlar, o cömertlikle düzelir.
4175. Bedene tapan su kullarını affet. Af denizinin af edisi, yerinde bir istir.
Halkı ırmak gibi, sel gibi affet, yıka, ant, kendi denizine daldır, temizle.
Aflar, her gece su gönülden çıkar, güvercinler gibi sana uçar, ulasır.
Seher çagı yine onları uçurur, geceye kadar su bedenlere hapsedersin.
Yine aksam çagı, o sayvanın, o damın askı ile kanat çırparak uçarlar.
4180. Bedenden vuslat ipini kopardılar mı sana senin huzuruna gelirler. Çünkü senden ikbal ve devlete erismislerdir.
Bas asagı geri dönmeden emin olarak "Biz, süphe yok rabbimize dönenleriz" diye havada kanat çırparlar.
O keremden de "Gelin, yücelin" diye ses gelir, O dönüsten sonra artık o hırs, o keder kalmaz..
Alemde çok gariplikler çektiniz. Ey ulular, kadrini bilin.
Bu agacın gölgesinde nazla sarhos olarak ayaklarınızı uzatınız.
4185. Din yolunda zahmetler çeken ayaklarınızı ebedî hurilerin kucaklarına, ellerine uzatın.
Huriler, merhametli bir halde birbirlerine isaret ederek bu sofiler, seferden döndüler.
Günes nuru gibi saf sofiler, bir müddet topraga düstüler, pislige karıstılar.
Fakat ayaklarında, üstlerinde baslarında hiçbir pislik olmaksızın tertemiz olarak günesin nuru gibi yüce yüce günes degirmisine
geldiler.
Yüce Tanrı, bu suçlular da baslarını duvarlara vurdular.
4190. Kendi hatalarını, suçlarını anladılar. Padisahın oyununda mat oldular ama,
Simdi ah ederek ey lütfu, suçlulara yol gösteren Tanrı diye sana yüz tuttular.
Lütfet, yolda kirlenenleri tez af Fıratında, yıkanılacak kaynakta yıka, arıt.
Arıt da uzun zamandır islenegelen suçtan yıkansınlar, temizlerin safına katılıp namaz kılsınlar.
Sayıdan dısarı olan o saflarda "Bizler saflarız" nuruna gark olsunlar.
4195. Söz, bu halin övüsüne gelince kalem de kırıldı, kâgıt da yırtıldı.
Hiç deniz, bir kaba sıgar mı? Aslanı bir kuzu kapıp götürebilir mi?
Perde ardındaysan perdeden çık da o sasılacak padisahlıgı gör.
Sarhos kavim, kadehini kırdılar ama senden sarhos olanların özrü vardır.
Onların sarhoslugu, ikbal ve malla degildir ey isleri tatlı Tanrı, senin sarabından sarhos olmustur onlar.
4200, Ey padisahlar padisahı, onlar senin hususiyetinden sarhos olmuslardır. Ey af eden Tanrı, kendi sarhosunu affet.
Hitap ettigin zaman senin hususiyetinin lezzeti, insanı, öyle bir sarhos eder ki, yüz küp sarap insanı öyle sarhos edemez.
Mademki beni sarhos ettin, had vurma bana. Seriat, sarhoslara had vurmaz.
Aklım basıma gelsin de o vakit döv. Zaten ben ayılmayı istemiyorum ki.
Ey lütuflar ve ihsanlar sahibi Tanrı, senin sarabını içen, ebedî olarak aklından da kurtuldu gitti, had vurulmasından da.
4205. Onlar, sarhosluklarının verdigi yoklukta ebedi olarak kalırlar. Sizin sevginizde yok olan gayri ayılıp kalkamaz.
8hsanın bize yürü der, yürü ey askımızın ayranına kapılmıs olan!
Sinek gibi ayranımıza düsmüssün.. Sen, sarhos degilsin ey sinek, sarabın ta kendisisin.
Ey sinek, gerkesler, senden sarhos olurlar. Çünkü sen, bal denizine at sürmüssün.
Daglar, zerreler gibi senin sarhosundur. Nokta da senin elindedir, pergel de, çizgi de.
4210. Halkın titredigi fitne, senden titrer.. Her degerli mücevher, sence ucuzdan ucuzdur.
Tanrı, bana bes yüz agız verseydi de ey can ve ey cihan, seni anlatsaydım.
Halbuki bir agzım var, o da ey sırları bilen Tanrı, senden utancından kırık dökük!
Fakat yokluktan daha kırık dökük olmam ya.. Bunca ümmetler, onun agzından zuhur etti.
Yüzlerce gayb eserleri, Tanrı'nın lütuf ve ihsa-niyle yokluktan dısarı çıkmayı beklemede.
4215. Ey keremine kurban oldugum Tanrı, basım, senin havanla dönmede.
Sana ragbetimiz, senin dileginle oluyor. Nerde bir yol yürüyen varsa onu Tanrı cezbesi çekmektedir.
Hiç yel olmadan toprak havaya kalkar mı? Hiç deniz olmadan bir gemi, denize ayak atabilir mi?
Abıhayat önünde kimse ölmez.. Halbuki abıhayat, senin suyunun yanında bir tortudan ibarettir.
Abıhayat, can kıblesidir. Dostlar, baglar, bahçeler, suyla yeserir, güler.
4220. Ölümü içenler, onun askiyle dirildiler; gönüllerini candan da çekmislerdir, abıhayattan da.
Askının suyu mademki bize el verdi, abıhayatını bizce hiçbir degeri yok artık
Her can, abıhayattan diridir. Fakat abıhayatın suyu da sensin.
Her an bana bir ölüm, bir hasir verdin de o keremin neler yaptıgını gördüm.
Senin yeniden diriltecegine güvenim var; o yüzden bu ölüm, bana uyku gibi görünmede ey Tanrı.
4225. Her an yedi denize de serap olsa ey suyun suyu, sen onu kulagından tutar, getirirsin.
Akıl, ecelden titrer durur, halbuki ask, nese içindedir. Tas, toprak parçası gibi yagmurdan korkar mı hiç?
Bu cilt, Mesnevi'nin besinci cildidir. Can gögünün burçlarındaki yıldızlara benzer.
Yıldızları tanıyan gemiciden baskasının duyguları, yıldızla yol bulamaz.
Baskaları, yıldızları ancak seyrederler, ne kutlularından haberleri vardır, ne kırandan.
4230. Geceleri tâ sabahlara kadar böyle seytanları yakıp yandıran yıldızlarla asinalık et.
Her biri, kötü zanna kapılmıs Seytanı defetmek için gök kalesinden âdeta neft atmaktadır.
Yıldızlar, Seytana akrep gibidirler, fakat müsteriye en yakın bir dosttur onlar.
Yay, okla Seytanı oklar, bir yere mıhlarsa ekinleri, meyvaları sulamak için kova, suyla dolu.
Balık, gerçi azgınlık gemisini kırarsa da dost için öküz gibi ekin eker.
4235. Günes, geceyi aslan gibi paralarsa da lâal, onun yüzünden atlas elbiselere nail olur.
Yokluktan basgösteren her varlık, birine zehirdir, öbürüne seker.
Dost ol, kendi kötü huyundan ayrıl da zehir küpünden bile seker ye!
Faruki tiryak, ona seker kesilmisti de onun için zehir, Faruk'a bir zarar vermedi.
Besinci cildin sonu
3501 - 4235 Beyitlerin Notları
S. 285, B. 3506 dan sonraki ballık: Delkak için bakınız: c. 2, s. 217, b. 2333 ün izahı.
S. 289, B. 3548: Arapçadır.
S. 292, B, 3582: Ukde, günesin tutulma noktasına denir.
S. 292, B. 3590 dan sonraki baslık: "Bu dünya yasayısı, ancak saçma ve oyuncak bir seydir. Süphe yok ahiret yurdu ebedîdir;
bilseler." Sûre 26 (Ankebut), âyet 64.
S. 293, B. 3597: Bezden yapma bebeklerle oynamak ve erkek çocukların sopayı apısları arasına alarak ata binme oyunları, o
zamanlar da varmıs. 8kincisine "Sadi"nin bîr gazelinde de tesadüf ediyoruz.
S. 294, B. 3604: c. l, s. 392, b. 3449 un izahına bakınız.
S. 294, B. 3608:8ki kıbleden maksat Kudüs'le Mekke'dir. Mekke'deki Kabe kıble olmadan Kudüs'teki Mescidi Aksa'ya dönülerek
namaz kılınmıstı. Bir gün, ögle namazı kılınırken kıble Kabe oldu ve Peygamberle beraber sahabe Kabe'ye döndüler. Namazın
geri kalan kısmı Kabe'ye dogru kılındı. Bu yüzden, bu vakanın oldugu yere yapılan mescit de. "Mesçid el-kıbleteyn - 8ki kıble
mescidi" adını almıstır. 8ki kıble imamı da Peygamberdir.
S. 300, B. 3612: Arap alfabesinin ilk harfi olan elif, dümdüz bir çizgidir ve noktanın uzatılmasından meydana gelmistir. Noktası
olmadıgı gibi hareke de almaz. Bu bakımdan onu kayıtsızlık ve hürlükle vasıflandırmıslardır. Aynı zamanda boy da elife
benzetilir. Sofiler de elife birçok mânalar vermislerdir.
S. 295, B. 3619: c. l, s. 90, b. 926 nın izahına bakınız.
S. 296, B. 3631: S. 159, b. 1943-1944 an izahına bakınız.
S. 299, B. 3673: Misafir odası, köylerde pek ziyade revaçlıdır. Her köyün bir misafir odası vardır. Bu odaya, varlıklı köylüler
tarafından sırayla bakılır. Her gece bir köylü, oraya yemek gönderir. Bundan baska ayrıca varlıklı köylülerin de birer misafir
odası bulunur. Bu âdetin, Selçuklular devrinden beri oldugunu bu beyitlerden anlamaktayız.
S. 299, B. 3675 ten sonraki baslık: Sofilerde konuga pek hürmet edilir. Hattâ "Her geceyi kadir, her konugu Hızır bil" sözü,
aralarında atalar sözü olarak söylenegelmistir.
S. 300, B. 3689: c. l, s. 207, b. 2096 nın izahına bakmıs.
S. 301, B. 3694-3695 Arapçadır.
S. 302, B. 3712: Kur'an'ın 9 uncu sûresi olan Tevbe sûresinde münafıkların yaptıkları mescitten bahsedildikten sonra
Peygamberin mescidi anlatılırken "Orada erler vardır ki tertemiz olmayı severler, Tanrı da tertemiz olanları sever"
denmektedir, (âyet 108).
24 üncü sûrede de (Nur) "Erler vardır ki alısveris ve kazanç, onları Tanrı'yı anmadan, namaz kılmadan, zekât vermeden
alıkoymaz. Kalblerle gözlerin döndügü günden korkarlar" denmektedir (âyet 37). Kur'anın daha baska sûrelerinde böyle
azimde ilerletmis adamlara "erler" denmektedir. Bu bakımdan Sofiler, "erler - rical" tâbirini, bir mertebeyi gösteren tâbir olarak
kabul ederler. Burada erkeklik, kadınlık meselesi bahis mevzuu olamaz. Mesela, bir kadın hakkında da "Rical mertebesine
erismistir" derler.
S. 308, B. 3786 dan sonraki baslık: 102 nci sûresinin (Tekâsür) 3 ve 4 üncü âyetleridir.
S. 308, B. 3789: "8leri geçenlerin ileri geçenleri., iste Tanrı'ya yaklasmıs olanlar onlardır" Sûre 66 (Vakıa), âyet 10, 11. Bu
âyet, ilk müslüman olanlar hakkındaysa da Peygamber "Her zaman Ümmetim içinde ileri geçenler vardır" diyerek
imanda, insanlara hayırlı olmada ve ibadette ileri gidenler hakkında da oldugunu anlatmıstır.
S. 311, B. 3820: "8nananlardan erler vardır ki Tanrı ile ahdettikleri seyi tutarlar. Onlardan bir kısmı ahitlerini yerine
getirmistir, henüz bekliyenler ve hiçbir
surette ahdini degistirmeyenler de vardır. Sûre 83 (Ahzab), Ayet 23.
S. 314, B. 3859: 59 uncu sûreyle (Hasr) 61 inci sûre (Saf) "Göklerde yeryüzünde ne varsa Tanrı'yı" tesbih eder. O,
yücedir ve hüküm sahibidir" diye baslar.
S. 314, B. 3866-. Arapçadır.
S .320, B. 3940: "Sizin dininiz sizin, benimki benim." Sûre 109 (Kâfirûn), âyet 6.
S. 323, B. 3979: Heba denilen Heyula, aslan Yunanca bir kelimedir. Hükema felsefesinde maddenin esas vasfıdır ki her sekli
ve sureti kabul edebilir. Teknedeki
hamurdan istenilen sekil ve suretlerde ekmek, çörek ve simit yapılabildigi gibi heyula, yani maddenin esası da agaç, kus,
insan, hayvan, tas, toprak.... her sey olabilir.
S. -324, B. 3994 ten sonraki baslık: "8yilik edenin iyiligi kendine, kötülük edenin kötülügü yine kendine, Rabbin,
kullarına zulmetmez." Sûre 41 (Secde), âyet 46
"Süphe yok Rabbin, gözetleme yerindedir, görür." Sûre 89 (Fecr), Ayet 14.
S. 325, B. 4000: "Bir kötülügün cezası, ona benzer bir kötülüktür. Kim affeder, isi düzeltirse mükâfat Tanrıya aittir. Süphe yok
o, zâlimleri sevmez." Sûre 42 (Sûra),
âyet 40.
S. 325, B. 4008: "Rabbiniz, size acıyabilir. Fakat döndünüz de yine fenalık yaptınız mı biz de döneriz. Cehennemi, kâfirlere
zindan ettik." Sûre 17 (Esra), ayet 8.
S. 327, B. 4024 ten sonraki baslık: "Rabbinin kısmetini "olar mı paylastırıyorlar? Dünyadaki geçimlerini de, aralarında biz
paylastırdık, bazılarını derece bakımından bazılarına üstün ettik de bu suretle bazıları, bazılarını hizmetlerinde kullanırlar.
Rabbinin rahmeti, onların topladıklarından, biriktirdiklerinden hayırlıdr." Sûre 43 (Zuhruf), âyet 32. Bu baslıkta iki beyit vardır.
Bunların ikincisi Hakîm-i Senâî'nin "Esra-nâme" sindendir.
S. 327, B. 4030: Böyle bir hadîs vardır, bundan önceki ciltte de geçti.
S. 333, B. 4101: "Tanrı insana gücü yettigi derecede teklifte bulunur. Herkesin kazandıgı iyilik de kendinedir, kötülük de,
Rabbimiz, unuttugumuz, yanıldıgımız seylerden dolayı bizi hos gör. Rabbimiz, bizden öncekilere yükledigin gibi bize de agır
yük yükleme. Rabbimiz, takatimiz olmayan seyi yükleme bize. Bizi bagısla, bizi yarlıga, bize acı. Sen sahibimizsin, sen bize
kâfir kavme karsı yardım et..." Sûre 2 (Bakara), âyet 286, son âyet.
S. 335, B. 4119 dan sonraki baslık: Bu âyet için bakınız: S. 273, b. 3339 un izahı.
S. 335, B. 4120: Top ve çevgân oyununda topu çelen ucu egri sopaya sevlican da denir.
S. 335, B. 4128: Rab, ögreten, belleten ve her seyi, yavas yavas kemaline götüren mânalarına gelir. Bu bakımdan meselâ
Hıristiyanlıkta 8sa'ya da "Rab" denir. Âlemlerin rabbi Tanrı'dır, ona karsı her sey "merbub"dur. Yani onun terbiyesine muhtaçtır.
S. 337, B. 4144: Mevlâna'nın babasının, memleketi olan Belh'i terkedip Konya'ya gelmesine sebep olan ve büyük tefsiriyle
meshur bulunan Fahreddin-i Razi için bakınız:
C.1, s. 132, b. 1350’nin izahı.
S. 337, B. 4147: Hulul, bir seyin bir seye girmesi, sızması, ittihat iki seyin birlesmesi demektir. Kelâm yani islâm felsefesinde
hulûl, Tanrı'nın kula girmesi suretiyle kulun Tanrılasması, ittihat da Tanrı ile kulun birlesmesi inanısıdır ve her ikisi de bâtıldır.
Seriatçılar, Vahdeti vücutta ileri gidenlere bu iki inanısı isnadetmisler, onlar da biz Tanrı'dan baska bir varlık tanımıyoruz. Hulul
ve ittihat için iki varlık olması lâzımdır
diye bunu siddetle reddetmislerdir.
S.-337, B. 4152 den sonraki baslık: Bu baslıktaki hadis, Buhari ve Müslim hadîslerindendir (Ankaravî, s. 863). Ayetin tamamı
sudur: "8nsanları, yeryüzünde yürüyen hayvanlarla dört ayaklı hayvanları renkleri çesitli olarak yarattık. Söz budur ancak:
Tanrı'dan, bilen kulları korkar. Süphe yok ki Tanrı yücedir ve yargılayıcıdır." Sûre 35 (Fâtır) âyet 28.
S. 339, B. 4173-4174: "Ben, halkı benden faydalansınlar diye yarattım, ben onlardan faydalanayım diye degil" mealinde bir
hadîsi kutsi rivayet edilmistir.
S. 340, B. 4194: "Melekler, bizden hiçbiri yoktur ki onun muayyen bir duragı olmasın. Biz saf saf dururuz; derler." Sûre 37
(Sâffât), âyet 164-165.
S. 341, B. 4201-4202: Had, seriatta herhangi bir suça karsılık verilen ceza demektir. Sarhoslugun cezası 80 sopadır. Sopanın
birkaç kisi arasında atılması, sopa atanın dirsegini vücudundan ayırmaması ve dögülen adamın ayaklarına vurulması lâzımdır.
Fakat had sarhosa sarhosken vurulmaz, sarhoslugu geçtikten sonra vurulur.
S. 341, B. 4205: Arapçadır.
S. 343, B. 4232-4234: Bu beyitlerdeki akrep kelimesi, hem akrep, hem de akrep burcu manasınadır. Kavis hem yay, hem de
kavis burcudur. Tir, hem oktur, hem Utarid yıldızı. Müsteri, hem bildigimiz bir sey satın almak istiyen, hem de müsteri yıldızı,
delv, hem kova, hem delv burcu, hut hem balık, hem hut burcu, sevr de hem öküz, hem de sevr burcudur. Müslümanlıkta,
gökten haber çalmak üzere gökyüzüne çıkan seytanlar, sahaplarla yakılır, bir tesehhüp hâdisesi olan bu hâdiseye halk yıldız
aktı der. Aynı zamanda ay, akrep burcundayken o saat kutsuzdur ve sefere gitmek, iyi degildir. Hâsılı Mevlânâ, bu kelimelerin
iki mânalariyle ve bu inanıslarla bir sanat yaparak "Yıldızlar, seytanlara birer akrep gibidirler ama kutlu bir yıldız olan müsteri
için en yakın akraba kesilirler. Kavs, tir'le seytanı oklarsa da delv, ekini ve meyvaları yetistirmek için suyla doludur. Hut,
azgınlık gemisini kırıp parçalarsa da dost için sevr gibi tarla sürer" diyor.
S.343, B. 4235: Bu beyitte de, esed, hem aslandır, hem de esed burcu. Eskilere nazaran lâal, alelade bir tasken günes
ziyasiyle o tatlı kırmızı rengi alır. Bu beyitte de "Günes, geceyi bir esed gibi paralar, parçalar, fakat lâal, onun yüzünden atlas
elbise giyinir" diyor ve esed kelimesinin iki mânasiyle oynuyor.
S. 344, B. 4238: Rivayete göre Rum kayseri, ikinci halife Ömer'e bazı hediyeler göndermis. Bunların arasında bir katrası bir
adamı derhal öldürecek bir sise de zehir varmıs. Ömer, elçiden bunu ögrenince sisedeki zehri tamamiyle içmis ve ölmemis
(Ankaravî, s. 877), Tiryak-ı Faruki eski tıpta zehirlenenlere verilen bir ilâçtır.
l a v e
318 inci sahifeden itibaren "Mısır Halifesi" nden bahsedilmektedir. Abbasogulları, Halifeligi, Hulâgû'nun Bagdad'ı almasından
sonra tarihe karısmıs ve bu halifelerin otuz besincisi olan "El-Zâhir bi-emrillâh Ebu-Muhammed Hasan" in oglu ve otuz altıncısı
olan "El Mustansır-billâh Ebu-Ca'fer el-Mansur'un kardesi Ahmed, gizlenmis, bir müddet sonra da Mısır'a gidip Türk
sultanlarından Melikızzâhir Rükneddin Baybars'a sıgınmıs. Mısır Kazil-kuzât'ı önünde soyunu ispat ederek, 659 recebinin
dokuzunda "El-Mustansır-billâh Ebu-Kaasım" lâkabiyle halife olmustu. Baybars, Bagdat halifeliginii tekrar diriltme niyetiyle El-
Mustansır'ı, bir orduyla Irak'a göndermis, 660 H. de Mogollar tarafından bu ordu maglûp edilmis, El-Mustansır da kaybolmustu.
Yerine yine Abbasogullarından
Ebül-Abbas Ahmed, "El-Hâkim bi-emrillâh" lâkabiyle halife olmustu. Mısır'daki üçüncü halife El Müstekfî billâh-i evvel Ebürrebi'
Süleyman, 701 de Halife olduguna göre Mevlâna'nm Mısır halifesinden bahsetmesine bakılırsa V inci cildin, 660 H. den bir hayli
zaman sonra yazıldıgına hükmetmek lâzımdır. Mısır halifeleri, hiçbir vakit müstakil olmamıslardır. Halbuki Mevlâna, halifenin
Musul'a bir ordu gönderdigini hikâye ediyor.
Bu bakımdan acaba bu hikâye, bir vakıayı hikâye midir ve Mısır Fatımîlerine mi aittir?
Biz, buna ihtimal veremiyoruz. Mevlâna gibi "Kıyas'a bile yanasmayan ve Kur'anı telâkki bakımından "Zahiri Eseri" denebilecek
olan bir Alimin tamamiyle "Müevvile" ve "Bâtiniyye" den olan 8smaili halifelerine "Halife" demesine imkân yoktur. 8lk Mısır
halifesinin Irak'a ordu çekmesi düsünülürse belki bu hikâye, bu savas esnasında halk tarafında uydurulmustur. Hâsılı Mevlâna
672 H. de vefat ettiginden bu "Mısır halifesi" ya "El-Mustansır" dır, yahut da 660 tan 701 e kadar halife olan "El-Hâkim biemrillâh"
tır.
Bu satırları yazmadan maksadımız, V inci cildin, Mevlâna'nın son zamanlarında yazılmıs olduguna tarihi bir kayıt bulabilmektir.
VI inci cildin tamamlanmaması ve Sultan Veled'in "Tetimme"si de zaten son cildin, Mevlana'nın vefat yılında bittigini gösteren
en büyük delildir.